BİLGİ Bir Papazin İtirafina Cevabı-3

EFSANE GENC

Active Member
Nisan Forum Üyesi
Katılım
9 Nis 2020
Mesajlar
192
Tepkime puanı
58
Puanları
28
Yaş
37
Konum
Kayseri-Develi
Bir Papazin İtirafina Cevabı-3



Yine bu papaz, (İslâm memleketlerinin en önemlisi olan Osmanlılarda, yakın bir zamana kadar, gayri müslim tebe'aya hakâret edici tabîrler kullanılıyordu. Yakın bir zamandan beri, bunlar yasaklanmış ve onların da müslümanlarla aynı hukûka sahip olmasına karar verilmiştir. Bu, yukarıdaki sözümü doğrulayan bir hâldir) demektedir.

Cevap: Gayri müslim tebe'anın müslümanlarla eşid olan hukûku, tâ Fatih Sultan Muhammed hân zamanından beri, Osmanlı devletinde cârî ve mûteber idi. Rum kilisesine tanınan imtiyazları Fatih Sultan Muhammed hân acaba hangi mecbûriyetten dolayı tanımıştır. Osmanlı sultanlarının hepsi, bu adalet ve imtiyazları hep, kitabımızın yirmialtıncı sayfasında bildirdiğimiz Muhammed aleyhisselâmın emirlerine uymak için yaptılar. Fenerli tabîr edilen rumları, Osmanlıların dışişleri bakanlığında olan dîvân tercümanlıklarında ve Ulah ve Boğdan prensliklerinde vazîfelendirmeleri, acaba devletin hangi ihtiyacına mebnî idi? Daha sonra ilân edilen eşidlik hukûku, evvelce olmıyan bir şeyi ilân değil, onu te'kiddir. Hakâret edici tabîrler denilen sözler ise, rütbe ve şahsları bildirmek için, teşrîfâtta eskiden beri bir kâide olarak kullanılmaktadır. Yoksa aşağılamak, hakâret etmek gibi bir maksadın olmadığını, daha önce beyan etmiştik. Her devlette olduğu gibi, Osmanlı devletinde mûteber olan teşrîfât îcâbı, hükümdârların her birinin, kendine mahsûs tabîr ve fermanları, yâni kullandıkları kelimeler vardı. Bunlardan hakâret mânası çıkarmağı hiç kimse düşünmezdi.

Yine bu papaz, (İslâm devletlerinin bu yolda eşidlik ve hakkâniyyet derecesine yükselmesi, Kur'an-ı kerimin emri veya müslümanlığın tabî'î îcâbı değildir. Avrupanın hıristiyan hükümdârlarını taklîd ve kendi mülk ve tebe'alarını terakkî ve ıslâhat yoluna sevk etmek arzusu ile, son Osmanlı sultânlarının, akıl ve hikmet mûcibince yaptıkları şeyler olduğu açıkça anlaşılan bir iştir) demektedir.

Cevap: İtirazcı papazın zihnindeki her bakımdan eşidlik düşüncesini, Kur'an-ı kerim ve akl-ı selîm kabûl etmez. Şeriatin emretmiş olduğu müsâvâtı [eşidliği] Osmanlı devleti, Avrupa hükümdârlarını taklîd ederek değil, islâmiyetin emrine uyarak, [eskiden mevcut olan emirler, madde madde, yeniden yazılarak] ilân etmiştir. Çünki, bugüne kadar Osmanlı devletinin gayri müslimler hakkında tanımış olduğu çok geniş müsâmehaları, Avrupa devletlerinden, kendi vatandaşları için tanıyan ve tatbîk eden bir devlet görülmemiştir.

[Son zamanlarda hıristiyan devletlerin istîlâ ettikleri islâm memleketlerinde yapmış olduğu zulüm, vahşî ve sinsi işkenceler, akılları durduracak şekildedir. İngilizler birinci cihan harbinde, şark cebhesinde ele geçirdikleri esîrleri Mısrda büyük kamplarda toplamışlardı. Bu müslümanlara zorla, büyük havuzlarda banyo yaptırmışlardır. Bu havuzların suyuna (göztaşı) karıştırmışlar ve memleketlerine dönen bu esîrlerin gözleri daha sonra kör olmuştur.

Hıristiyanların müslümanları ve islâmiyeti yok etme plânlarından birisi de, müslümanı müslümana katlettirmek siyâsetidir. Çanakkale harbinde, Mısr, Yemen ve Sûriye cebhelerinde ingiliz üniforması giydirilmiş Afrikalı ve Hindli müslümanlar, yine müslüman olan Osmanlı askerleri ile çarpıştırılmıştır. O müslümanları harbe teşvîk ederken, sizleri, islâm dînini korumak ve islâm halîfesinin düşmanları ile harb etmek için götürüyoruz, diyerek aldatmışlardır. Diğer vahşîlik plânlarını anlatmaya insan dayanamaz. Çünki, vahşî yamyamlar bile, bir kimsenin oğlunu katledip, başını keserek pişirip, annesine ve babasına yidirmeye teşebbüs etmemişlerdir. Tafsilâtı için, 98. sayfaya bakınız! Medenî olduklarını söyliyen Avrupalıların, yumuşak ve tatlı davranmağı emreden bir dînin mensûbu olduklarını iddiâ edenlerin hâlleri budur. Bu zulmleri yapanların, Osmanlılar Avrupadan görüp, onları taklîd ederek, gayri müslim vatandaşlarına eşid haklar tanıdı demeleri, çok şaşılacak şeydir.]

Yine bu papaz, (Osmanlı devletinin güzel himmet ve hikmetlerinden olarak, Osmanlı memleketlerinde meydana gelen mâlûm ıslâhatlar zannedildiği gibi islâmın değil, hıristiyanlığın şerefindendir) demektedir.

Cevap: Bu ibâre çok güzel yazılmıştır. Osmanlılarda, mason Reşîd pâşanın yaptığı islâhat adı altındaki değişiklikler, hıristiyanların ve masonların te'sîri ile oldu. [Çünki, hıristiyanlar bilhâssa protestanlar, büyük menfaatler ve paralar karşılığı Londradaki Osmanlı sefîri Mustafâ Reşîd pâşayı [Mason Reşîd pâşa, 1274 [m. 1857] de öldü.] mason yaptılar. Mason localarında yetiştirip, bir islâm ve Osmanlı düşmanı olarak Osmanlı devletine gönderdiler. Büyük şehirlerde mason cemiyetleri kurdular. Böyle kimselerin hazırladığı hâin plânlarla, vatanın asl sahibi olan müslüman türkler ikinci sınıf vatandaş, gayri müslimler ise, imtiyazlı vatandaş hâline getirildi. Askere gitmeyen müslümanlardan çok kimsenin ödiyemiyeceği bir para cezâsı getirilmişken, gayri müslimlerden çok cüz'i ve göstermelik bir para alındı. Bu vatanın evlatları dinlerini, vatanlarını ve nâmuslarını korumak için, şehit olurken, Mustafâ Reşîd pâşanın ve yetiştirdiği masonların ve ingiliz ve iskoç masonlarının plânladıkları hâin oyun sâyesinde, memleketin sanayi ve ticâreti gayri müslimlerin, islâm düşmanı masonların eline geçti. Mustafâ Reşîd pâşa, ihrâcata ağır vergiler koyup, ithâlâtı teşvîk ederek, Osmanlı sanayiini ve sanatını baltaladı. Medreselerden fen derslerini kaldırdı. Bütün bunların mi'mârı olan hıristiyan Avrupalılar, bununla da kalmayıp, Osmanlı tebe'ası içerisindeki gayri müslimlere para ve silâh vererek, Osmanlıya karşı isyâna teşvîk ettiler. Beşyüz yıldır huzur içinde yaşıyan insanlar arasına, nifâk, düşmanlık ve fitne tohumları attılar. Böylece, tüyleri ürperten, akılları durduran zulmler, vahşetler ve katl-i âmlar yapıldı. Bulgarların, moskofların, ermenilerin ve yunanlıların müslüman türke yaptıklarının binde birini, Osmanlılar onlara tatbîk etseydi, belki bugün yeryüzünde bulgar, ermeni, yunan ve rus diye bir millet olmazdı. Osmanlı Devletinde müslüman türkü yok etmek için hazırlanan bazı ıslahâtlar, tamamen hıristiyanların yıkıcı plânları ile olmuştur.]

Yine bu papaz, (İslâmiyette siyâsî kanûnlar ile dînî hükümler birbirinden ayrılmayıp, ikisinin de kuvveti bir asldan meydana gelmektedir. Bunun için, bir islâm hükûmetinin, dînî farzları, şahsî hukûk gibi, kuvvetli kanûnlar ile koruyup, revâçta bulundurması Îcap eder. Bu ise müslümanların fikrî istikâmetleri yolunda tehlikeli ve zararlı olur. Çünki, dînî farzları îfâ etmek, yalnız Allahın rızası ve Ona yaklaşmak ve Ona itaat etmek için olursa, makbûl olur. Bunun dışındakiler mecburî olursa, diğerleri gibi, hakîkî bir itaat ve dindarlık olmayıp, yalnız taklîdî olmuş olur ki, bu da bir nev'i riyâ ve gösteriş olur) demektedir.

Cevap: Allahü teâlânın emirlerini yâni farzları yapmanın ve yasaklarından yâni nehylerinden sakınmanın karşılığında, maddî mânevî büyük ecr ve mükâfâtların olduğu, hem Tevrâtta, hem İncîllerde yazılıdır. Matta İncîlinin yirmiüçüncü bâbında, Îsâ aleyhisselâm yazıcıları ve ferîsîleri, azâb-ı ilâhî ve Cehennem ile korkutmuş ve onların nice kötülüklerini kızarak saymıştır. Başka yerlerde de kendine îman edenlerin âhirette kurtulup, nîmetlere kavuşacaklarını vaat etmiştir. Hıristiyanların ibâdetleri, bu Cehennem korkuları ve Cennet nîmetleri vaadi üzerine binâ kılınmış olduğundan, bunlarda hıristiyanların doğru fikirleri ve tarafsız düşünceleri için tehlike vardır. Çünki, bu niyyetler ile berâber, sâdece Allahü teâlânın rızası için ve Allahü teâlâya yaklaşmak niyyeti ile ibâdet etmek, bir yerde birleşemez. Bu itiraza papaz ne cevap verirse, o bizim tarafımızdan da, kendisine cevap olur.

Yine bu papaz, (İslâm dîni, mürtedi katletmektedir. Ramazanda açıkça oruç yiyenlere cezâ vererek, halkı zor ile islâm dînine bağlı kalmaya ve riyâya zorlamaktadır) demektedir.

Cevap: Daha önce de söylediğimiz gibi, islâm dîni Pavlos ve Petrusun ortaya koyduğu hıristiyanlık dîni gibi değildir. Zâhir ve bâtın fazîletlerini, üstünlüklerini kendinde cem' eden, en mükemmel bir dindir. Bunun için, Allahü teâlânın koyduğu sınırlar, islâmın yüksek ve güzel ahlâkını bozulmaktan ve ihlâl edilmekten muhâfaza etmektedir. Müslüman olan bir kimse, küfrünü açıkça ortaya koymadıkca, ona mürtedin ahkâmı tatbîk edilmez. Ramazanda özürsüz açıkça oruç yiyen bir müslüman, fıskını ilân ettiğinden, hükûmet tarafından tâzîr edilir, yâni cezâlandırılır. Fakat fıskını ilân etmez, yâni gizli yirse, ona hükûmet tarafından cezâ verilmez. Bunun cezâ ve kefareti, Kur'an-ı kerimde bildirildiği gibidir. [Kaza Îcap ederse, kaza, kefaret Îcap ederse kefaret yapar, ayrıca da tevbe eder.] Hükûmet tarafından verilen cezâ, müslümanın günahını ilân etmesinin ve başkalarına fena misâl olmasının cezâsıdır. Bu cezâlar müslümanlar içindir. İslâm devleti hıristiyanların ibâdetlerine karışmaz. Onlara ibâdetleri için, hiç bir cezâ verilmez. Hiç bir baskı yapılmaz. Bu cezâlar, müslümanların ahlâkını ve millî birliğini bozulmaktan muhâfaza eder. (Dinde zorlama yoktur) meâlindeki Bekara sûresinin ikiyüzellialtıncı âyeti, başka dinde bulunan bir kimsenin zor ile islâm dînine dâvet edilerek, müslüman yapılamıyacağını ifâde etmektedir. (Eğer onlar, tevhîd ve hicretten yüz çevirirlerse, onları nerede bulursanız esîr veya katlediniz) meâlindeki Nisâ sûresinin seksen dokuzuncu âyeti ise, islâmiyeti kabûl ettikten sonra, ondan yüz çevirip irtidât edenlerin öldürülmesi Îcap ettiğini bildirmektedir. (İslâmiyet insanları müslümanlıkta kalmaya ve riyâya zorlar) mânasını bu papaz kendi kafasından çıkarmıştır. Bu sözünden, Kur'an-ı kerimi dilediği gibi tefsîr ettiği görülmektedir. [Her hâlde Kur'an-ı kerimi de, okuduğu İncîller gibi zannetmektedir. Fakat işin aslı böyle değildir. Kur'an-ı kerimi kendi aklına göre tefsîr eden kâfir olur. Kur'an-ı kerim, serhoş kafalar ile okunup, ahkâm kesilecek bir kitap değildir. Onu tefsîr etmek için, önce müslüman olmak, sonra nice ilimlerde mütehassıs olmak ve ayrıca Allahü teâlânın husûsî bir nûruna kavuşmak lâzımdır.]
 
  
 
Emeğinize sağlık, paylaşım için teşekkürler.
 
    
 
 

Similar threads


Üst Alt