BİLGİ Bir Papazin İtirafina Cevabı-2

EFSANE GENC

Active Member
Nisan Forum Üyesi
Katılım
9 Nis 2020
Mesajlar
192
Tepkime puanı
58
Puanları
28
Yaş
37
Konum
Kayseri-Develi
Bir Papazin İtirafina Cevabı-2


Yine bu papaz, (İncîlde Îsâ Mesîh, îmanı olmıyan bir kimseyi veya bir hükümdârı tehdît etmemiş ve ona başkalarına ibret olacak bir şekilde muâmele etmeyi de emretmemiştir. Hükümdâr kâfir olsa bile, ona itaat etmeyi emretmiştir) demektedir.

Cevap: Evet Îsâ aleyhisselâm, kâfir hükümdâra dahî itaati, emretmiştir. Çünki, yetmiş-seksen kişi ile Roma devletine ve bütün yahudilere karşı cihâd etmek, onlara karşı gelmek mümkin değil idi. İslâmiyette de, hükûmete, kanûnlara karşı gelmek men edilmiştir.

Yine bu papaz, (İncîl bütün hükümdârlara itaat etmeyi emreder. Hattâ hıristiyan olmıyan hükümdârlar şöyle dursun, hıristiyanlığa, buğz ve düşmanlığı olan hükümdârların dünya nizâmlarına, kanûnlarına itaat etmek lâzım olduğunu herkese talim ve tavsiye eder) demektedir.

Cevap: Protestanlığın kurucusu olan Lutherin, hıristiyanlıkta böyle bir kâidenin bulunduğunu, bu risâleyi yazan papaz kadar bilmediğine hayret edilir! Veya kendisi hiç kimseye tâbi olmadığından, aslâ buna îtibar etmemiştir. Çünki Luther, İngiltere kralı sekizinci Henri hakkında yazdığı tenkîd yazılarında, gayet tahkîr edici bir lisan kullanır. Meselâ, kitabının 1808 senesindeki baskısının yedinci cildinin ikiyüz yetmişyedinci sayfasında diyor ki, (Milletin selâmeti için ben deyyûs ile konuşuyorum. O kral, ahmaklığı sebebi ile, izzet ve makamının hukûkuna hurmet etmediği hâlde, ben niçin o deyyûsun yalanını ağzına tıkmıyayım. Ey câhil meşe odunu, sen mülkün sahibi olduğun hâlde, niçin sahtekâr bir yalancı ve kefen soyucu, hırsız ve ahmaksın. İşte İngilterenin üstünlüğü ve bereketleri ile idaresi, bundan sonra senin eline kalmıştır.... vs.... vs.) Görülüyor ki, protestanların lideri ve protestanlığın kurucusu olan Luther, hıristiyanlığa düşmanlığı olmıyan, ancak Lutherin yeniliklerine îtibar etmiyen Henriye itaat edip, boyun eğmek bir tarafa, hakkında yukarıdaki çirkin sözleri kullanmaktan aslâ çekinmemiştir. [Bütün bunlardan sonra, İncîllerdeki (hükümdârlara kâfir bile olsa, boyun eğip itaat ediniz) emri nerede kalmıştır. Protestanlığın kurucusu Luther, niçin itaat etmeyip, isyân ederek İncîlin emirlerini çiğnemiştir?]

Yine bu risâlede, (Muhammed aleyhisselâm, harb ederek bir din değil, siyâsî bir hükûmet kurmuştur. İslâm dîninde ancak Medîne-i münevverede cihâda izin verilmiştir. Muhammed , Mûsâ aleyhisselâm gibi, cihâd ile emrolunmuştu. Din ve devleti bir tutmuş, hem peygamberlik vazîfesini, hem de devlet reîsliğini kendinde toplamıştır) demektedir.

Cevap: Bu ibârenin baş tarafı tamamen yanlış, son yarısı ise doğrudur. İslâm dîninde, Allahü teâlâdan başka hâkim ve mâlik yoktur. Muhammed aleyhisselâmın şeriatinde, bütün müminler hürdür. Çünki bu şeriatte, muâmelât için olan hükmler, o kadar mükemmeldir ki, daha güzeli tasavvur olunamaz. Bunlar, sağlam kâideler üzerine kurulmuş ve o kadar mükemmeldirler ki, binlerce asır daha geçse ve medeniyet binlerce renge girse, yine bu esaslar üzerine, her asrın terakkî ve îcâbına göre, her yeni mes'elenin islâmiyetteki hükmünü anlamak mümkindir. İslâmiyette, bu papazın zannettiği gibi, kahr edici bir kuvvet ve gâlib bir saltanat yoktur. (Resûlullah nübüvvet ile saltanatı kendine tahsîs etti) demek kadar câhilâne bir söz olamaz. Çünki, Peygamberimiz bütün ömrü boyunca, devlet reîsliği yaptı. [Sultanlar gibi mal toplamadı. Elinde olanı dâimâ fakirlere ve zenginlere dağıtırdı. Ömründe bir defa kendisinden bir şey istenip de, yok dediği işitilmedi. Var ise verir, yok ise, sükût ederdi. Fakirlik üzere yaşadı. Fakat, Onun fakirliği ihtiyârî idi. Çok parası dahî olsa, onu yanında bir gece beklettiği görülmedi. Hep dağıtırdı. Eshâbı da, Ondan görerek böyle yaparlardı.] Kanaat ile yaşadı. Hattâ, vefâtında bir zırhını, borcuna karşı rehn vermiş bulundu. Vahy-i ilâhî olmadığı zaman cihâd gibi bir işe başlıyacak olsa, kendi görüşü ile hareket etmeyip, (işlerinde istişâre et!) meâlindeki âyet-i kerime mûcibince, Eshâbının fikirlerini sorarak, en güzel fikre göre hareket ederdi. Luther ve Kalvinin zamanlarına kadar, Avrupanın yegâne hâkimi papalar idi. Engizisyon mahkemelerinde, kralları dahî aforoz ederek, istediklerini hâkim kılıyor, istemediklerini de krallıktan uzaklaştırarak, perîşân ediyorlardı. Araya, papazların şahsî çıkarları ve ihtirasları da girerek, devlet işleri yapılamaz oldu. Böylece, Avrupayı öyle bir hâle getirmişlerdi ki, bütün siyâset ve devlet adamları, (Layıklık=İlmâniyye) kabûl edilmedikce, yâni hıristiyanlık ile devlet işlerini ayırmadıkca, devlet kurtulamaz diye feryâd ediyorlardı. Sonradan protestanlar, papa hükûmetine rağmen, devlet işleriyle din işlerinin ayrılmasını lüzûmlu gördüler. Hıristiyanlığı devlet işlerinden ayırarak, bütün insanlık âlemi için hizmet ettiler. Eğer şimdiye kadar papaların emrinde olan hükûmetler devam etseydi, bu devletlerin perîşân olacakları muhakkak idi.

İslâmiyete uymuş olan devletlerin, ondan aldıkları kuvvet, kudret ve heybet, tarihlerde yazılıdır. Bu şanlı islâm devletlerinden olan Endülüs Emevî devletinden kalan eserler [vahşî ispanyolların yakıp yıkmaları ve pek çoğunu yok etmelerine rağmen] İspanyada ve Osmanlı devletinin [Osmanlı devleti 699 [m. 1299] da kuruldu. 1340 [m. 1922] de inkirâz etti.] mi'mârî, hukûkî ve edebî eserleri, Avrupa, Asya ve Afrika kıtalarında hâlâ mevcûddur.

Yine bu risâlede (İslâmiyet, müslümanların güç ve kuvvet sahibi olmalarını emretmektedir. Bunun için, hakkâniyyet sahibi ve Allahü teâlâya yaklaşmak isteyen kimseler yerine, kuvvet ve dünya servetine düşkün olan kimseler arasında yayılıp, onları kendilerine bağladı. Bunun için, islâmiyete tâbi olanlar, yalnız mânevi bir dîne bağlanan kimseler gibi olmadı. İslâm dîni, başından beri bozuk ve karışık bir hâlde bulunmuştur. Hâlbuki hıristiyanlık, mücerred mukaddesliği ile, kendisine inananları devlet ve dünya azametinden sakındırmıştır. Hıristiyanlar, başından beri, çeşidli müşkillerle karşılaşmış ve düşmanların kahr edici saldırılarına uğramışlardır. Böylece, dünya çıkarları ve menfaat peşinde koşanların, hıristiyanlığa girmelerine mani olmuştur) demektedir.

Cevap: İşin aslı, papazın yazdıklarının tamamen tersinedir. Hicretten önce Mekke-i mükerremede îmana gelen Eshâb-ı kirâm içerisinde, kuvvet ve dünya servetine düşkün hiç kimse yoktu. Çoğu fakir ve zayıf kimseler idi. İslâmiyete düşman olan, Kureyşin ileri gelenleri ise, zengin, kuvvet sahibi ve dünyaya düşkün kimseler idi. Matta İncîlinin yirmi altıncı bâbında yazılı olduğu gibi, Îsâ aleyhisselâm, hıristiyanların inançlarına göre, ölmeden bir gün evvel havârîler ile yahudilerin fısh bayramındaki son akşam yemeğini yidikten sonra, onlara kendinin öldürüleceğini ve içlerinden birisinin kendini yahudilere haber vereceğini söylemesi üzerine, aralarında bu hâinliği kimin yapacağı husûsunda havârîlerin kalblerine korku düştü. Îsâ aleyhisselâm, yahudiler tarafından yakalanmasından sonra, yanında bulunan havârîler, kendisini terk edip ayrıldılar. Îsâ aleyhisselâmın en yakın dostu olan Petrus, o gece horoz üç defa ötünce, üç defa Îsâ aleyhisselâmı tanıdığını inkâr etti.

Peygamberimizin hayatında, Eshâb-ı kirâm arasında kabîle reîsleri, kavminin ileri gelenleri ve zenginler de var idi. Onlardan böyle edeb ve îmana uygun olmıyan bir tehlike meydana gelmedi. Çünki bunların islâmiyeti kabûl etmeleri geçici olan dünya malı için olmamıştı. Eshâb-ı kirâmın hepsi, dîn-i islâm uğruna mallarını ve canlarını seve seve feda ettiler. Doğruluk ve mukaddesliğin islâmiyet ve hıristiyanlıktan hangisinde çok olduğu meydandadır. Kuvvet ve dünya malı peşinde koşan kimseleri hangisinin celb ettiği, bildirdiğimiz bu misâllerden açıkça anlaşılır.

Yine bu papaz, (İslâmiyetin dîni devletten ayırmaması sebebi ile, noksanlığı birkaç şekilde ortaya çıkar. Bu mezkür noksanlıkların her birinde, insanların dîne olan ihtiyaçlarını, hıristiyanlığa göre, dâimâ tenâkuzlar içerisinde bulundurmuştur. Bundan dolayı, islâmiyetin yüksek bir din olmadığı anlaşılır. Şimdi din ve politikanın birleşmesinden meydana gelebilecek bazı tehlikeleri anlatmaya başlıyoruz) demektedir.

Cevap: Daha önce bildirdiğimiz gibi, bu itirazcı papaz islâmiyeti dâimâ, Matta ve Yuhannâya nisbet edilen İncîllerden ve Petrus ve Pavlosa isnâd edilen bir takım mektûblardan çıkarılan hıristiyanlık dîni gibi zannetmektedir. Anlatacağı tehlikeler o kaynaktan çıkmaktadır.

Yine bu papaz, (Hıristiyanlık, islâmiyetten daha çok yayıldığı gibi, onu kabûl etmiyenlere karşı harb etmemiş ve onların nâmus, kıymet ve haysiyyetlerini kıracak bir muâmelede de bulunmamıştır. Hıristiyanlığa inananları, iyilik ve bereketlere kavuştura gelmiştir) demektedir.

Cevap: Hıristiyanlar, İspanyanın Gırnata şehrini istîlâ ettikten sonra, engizisyon mahkemelerinin zulmü ile müslümanları ve yahudileri cebren, hıristiyan yapmışlardır. Dinlerini değiştirenleri dahî ateşe atarak yakmışlar. [O zevallı insanlar, ateşte cayır cayır yanıp, feryâd-ü fîgânları göklere yükselirken, onları o hâlde gören, hıristiyan vahşî İspanyollar, sevinç çığlıkları atıyor, sevinçlerinden kadınları da dahil olmak üzere, hepsi dans ediyorlardı.] Bu papaz, yine papazların yazdığı Endülüs ve engizisyon tarihlerinde bildirilen vahşetleri ve zulmlerini okumuş olsaydı, (Hıristiyanlar, hıristiyanlığı kabûl etmiyenlerin nâmus, kıymet ve haysiyyetlerini kıracak bir muâmelede bulunmamıştır) yalanını yazmaya cüret edemezdi. [Filhakîka, bir bakımdan bu papazın sözü doğrudur. Çünki hıristiyanlar, idareleri altında hıristiyan olmıyan hiç bir insan bırakmamışlar, bunları akla ve hayâle gelmiyecek barbarlıklarla, işkenceler içerisinde yok etmişlerdir. Hattâ, katolikler protestanları, protestanlar da katolikleri böyle imhâ etmişlerdir. Böylece, hıristiyanların hâkim oldukları yerlerde, başka dîne mensûb bir kimse kalmamıştır. Başka dîne mensûb hiç kimsenin bulunmadığı yerlerde, hıristiyanların, (Hıristiyanlığı kabûl etmiyenlerin nâmus ve haysiyyetlerini kıracak bir muâmelede bulunmamışlardır) sözü yalan olmaktadır. Çünki, zulmedecekleri bir kimse kalmamıştır. Hıristiyan tarihçilerin teassub ile yazdıkları haçlı seferleri tarihini okuyanlar, papazların ne kadar yalancı olduklarını gayet iyi anlarlar. Bu yazdıklarımızı kendisi ile görüştüğümüz bir papaza sorduk. (Bir yüzüne vurana, diğer yüzünü çevir) îtikatında [inancında] olan, herkese iyilik yapmağı emreden bir dîne mensûb oldukları iddiâsında bulunan hıristiyanların, bunca vahşeti nasıl yaptıklarını anlamak istedik. Cevap veremedi.]

Yine bu papaz, (İslâmiyet, dâimâ muârızları ve müslüman olmıyanlar ile harb etmeyi emreder. Mağlup olanlardan cizye (varlık vergisi) alıp, onlara hakâret ile muâmele eder. Şimdi bu iki dinden hangisinin ahkâmı şefkat ve merhametce daha üstün ve insanların tabîatlarına daha münâsibdir? Bunlardan hangisinin daha üstün olduğunu akıl ve insâf sahibi olanlar, hemen anlarlar) demektedir.

Cevap: Tarih meydandadır. [Papazın bu yazıları vâki' olanın tam tersinedir. Yalandır, iftirâdır. Müslümanlar, islâma saldıran düşmanlar ile ve keyfleri uğruna, insanlara zulmeden zâlimlerle ve insafsız diktatörlerle harb etmişlerdir. İslâmiyette cihâd, yâ müslümanlara, islâm memleketlerine saldıran kâfirlere, zâlimlere karşı müdâfe'a için yapılır. Yâhut, zâlim diktatörlerin, zulüm ve işkenceleri altında merhametsizce ezilen, zevallı insanları bu işkencelerden kurtarmak, insanları dünya ve âhiret saadetine kavuşturan islâmiyetteki, adaleti ve huzuru, bu zevallı insanlara da duyurmak için yapılır. Yâni, Allahü teâlânın kullarına, Allahü teâlânın dînini öğretmek, onları huzur ve saadete kavuşturmak için yapılır. Yoksa, islâmiyette harb, başka memleketlere saldırarak mal toplamak için yapılmaz. Harb netîcesinde feth edilen yerlerde, hıristiyanların yaptığı gibi, aslâ katliâmlar yapılamaz, zulmedilemez. Bunu, Allahü teâlânın yasak ettiği, Kur'an-ı kerimin birçok yerinde ve Peygamberimizin çeşidli hadis-i şeriflerinde bildirilmiştir. Dinlerini değiştirmeleri için, aslâ zorlanılamaz. Zorlamak Kur'an-ı kerime uymamak olur. (Dinde zorlama yoktur) meâlindeki Bekara sûresinin ikiyüz ellialtıncı âyeti bunu açıkça göstermektedir. İslâmiyetin bindörtyüz sene hâkim olduğu yerlerde ve altıyüzotuz yıl Osmanlı devleti idaresinde bulunan memleketlerde çok hıristiyan vardı. Bugün Türkiyedeki hıristiyanlar bunların torunlarıdır. Osmanlı devleti, hıristiyanları din değiştirmek için birazcık zorlasa idi, bugün Türkiyede hiç hıristiyan bulunmazdı. Vahşî hıristiyan İspanyollar, Endülüs Emevî devletini yıkıp, İspanyayı ele geçirdikleri zaman ne kadar müslüman ve yahudi varsa, hepsini katletmişler, daha sonra da (İspanyada hiç kâfir kalmadı) diyerek bayram yapmışlardır. Bunlar, her yere kolaylıkla yayıldığı, şefkat ve merhamet dîni olduğu iddiâ edilen hıristiyanların yaptıkları zulmlerdir. Fatih Sultan Muhammed hân, [Fatih, 886 [m. 1481] de vefât etti.] 857 [m. 1453] de İstanbulu feth edince, rumların ellerinden mallarını almamıştır. Dinlerini yasaklamamıştır. Hıristiyan bizansın zulmünden bıkıp usanan halk, Osmanlı adaletine kavuşmak için bizansa değil, Osmanlı devletine yardım etmiştir. İstanbulun fethinden sonra, Fatih Sultan Muhammed hân, kiliseleri yakıp yıkmamış, bil'aks fener kilisesine yardım etmiştir. Ayasofyayı ise, gayet güzel tâmîr edip, genişletmiş ve harap olan bu kiliseyi ihtiyaca binâen de, câmi hâline getirmiştir. Müslümanlar, feth ettikleri yerlerdeki gayri müslimlerden cizye almışlardır. Bu cizye onların mallarını, canlarını, nâmuslarını ve dinlerini korudukları için, müslümanların yaptıkları muazzam masraflara karşılık aldıkları az bir ücrettir ki, bunun da çeşidli şartları vardır. Cizye olarak alınan paraların, hayr işlerinde kullanılması emrolunmuştur. Papazın söylediği gibi değildir. Günümüzde de her devlet, vatandaşından çeşidli vergiler almaktadır.] Papazın bu itirazları, hakkı bildirmek için değildir. Bu sözlerinin te'assub ve bozuk düşüncesinden veya para hırsından olduğunu anlamamak için ahmak olmak lâzımdır. Fakat haçlı seferlerinde ve Endülüste yapılan vahşetler kendi kitaplarında da yazılı olduğundan, hiç bir akıl ve insâf sahibi kimse, papazın bu hîle ve yalanlarına aslâ aldanmaz.
 
  
 
Emeğinize sağlık, paylaşım için teşekkürler.
 
    
Emeğinize sağlık, paylaşım için teşekkür ederiz..
 
    
 
 

Similar threads


Üst Alt