Dinimizde Hak-Hamd-Şükür Kavramı-2, Hak , Hamd , Şükür , Cami, İslam, M.Kemal Bektaş, Melike Varak

M.Kemal Bektaş

VİP ÜYE
Özel Üye
Katılım
22 Eyl 2011
Mesajlar
52
Tepkime puanı
17
Puanları
28
İslâm Hukukunda Hakk Kavramı:

Islâm hukukunda (fıkıhta) hakk, hukukun, bir başka deyişle şeriatın bir yetki veya yükümlülük olmak üzere benimsediği, kişiye ait olan şeydir.
Bu tanım, hem Allah’ın kulları üzerindeki kulluk görevlerini, hem de kişiyle ilgili bütün hakkları içerisine almaktadır. Kişinin mesken edinme, mal edinme hakkına işaret ettiği gibi, medení hakkları, yaşama, inanç, çalışma hakklarını, baba hakkını, devletin vatandaşlar üzerindeki tasarruf hakkını, çocuğun nafaka hakkı ve benzerlerini de anlatmış olmaktadır.
Tanımda geçen yükümlülük, kişinin kendi üzerine isteyerek aldığı sorumluluktur. Borçlunun borcunu ödemesi, işi üzerinde alanın işin hakkını vermesi gibi.
Islâmın hakk anlayışında iki önemli vacip vardır.
Bunun birincisi genel vaciptir, yani herkesin uyması gereken bir yükümlülüktür. Bu da kişinin hakklarına saygı gösterilmesi, tecavüz edilmemesidir.
Ikincisi, özel vaciptir, yani sadece hakk sahibine ait yükümlülüktür. Bu da hakkın başkalarına zarar vermeyecek şekilde kullanılmasıdır.
Islâma göre hakk’ların kaynağı şer’í iradedir. Hakk’lar, şer’í hükümlerin dayandığı kaynaklardan çıkarılan ilâhí bağışlardır. Islâm’da delilsiz şer’í bir hakk yoktur. Buna göre hakk’ların kaynağı Allah’tır. Çünkü O’ndan başka Hâkim ve O’ndan başka diní hüküm koyucu olamaz.
Islâma göre, insanlara veya yaratıklara ait hakk’ların kaynağı insan iradesi ve aklı değildir. Insan aklı ve iradesi yalnızca, bu hakkların yerli yerinde kullanılmasını sağlar, hukukun uygulanmasına yardımcı olur, hakk tecavüzlerini önlemeye çalışır. Daha doğrusu akıl, ilâhí irade tarafından sabitleştirilen hakk’ları anlamaya ve onları yerli yerinde korumaya yarar.
Bugün yaygın olarak kullanılan ‘insan, hayvan, çocuk, hakları’ deyimleri 19. Yüzyılda avrupada ortaya çıkmaya başladı. Ilk insan hakları evrensel beyannâmesi ise ancak 1947 yılında ilan edilebildi.
Halbuki bütün ilâhí dinlerde olduğu gibi Islâm’da da hakk’lar ve yükümlülükler bizzat insanlara Hâkim olan Allah tarafından belirlenmiştir. Ilâhí irade tarafından belirlenen bütün hakk’lar sabittir, yani değişmezdir. Hakk’larla ilgili prensipler Kur’an ve Sünnet’te zaten bulunmaktadır. Islâm hukuku (fıkıh) bu konuyu geniş bir biçimde ele almıştır. Bu hakk’ların nasıl korunacağını, hak ihlali olursa nasıl ceza verileceğini detaylı bir şekilde sistemleştirmiştir. Hatta Islâm fıkhı, batılıların hiç aklına gelmeyecek kişi ve varlıkların bile hakk’larını belirlemiştir. Kitaplarda ‘hukuk devleti’, ‘insan hakları’ gibi kavramların geçmemesi, onların olmadığı anlamına gelmez. Ayrıca, ta Islâmın başından beri bilinen, uygulanan böyle bir hukukun ayrıca bayraklaştırılmasına Islâm aleminde ihtiyaç olmamıştır. Batılılar, kendilerinin uzun yıllar arayıp ta buldukları bazı prensipleri, bütün dünyaya yeni bulunmuş ve yalnızca kendilerine ait gibi göstermeleri tarihí gerçeklerle bağdaşmıyor.
Tekrar edelim ki hakkların kaynağı ilahí iradedir. Insanlara ve varlıklara ait hakk’lar, bencil, çıkarcı, unutkan, bazen de zalim olan insanın eline verilemez. Üstelik insan kafasına dayalı olan hakk kaynakları, yine insanlar tarafından değiştirilebilir. Zaman geçtikce insanların anlayışları değişiyor. Dolaysiyle onların hakk tanımları da değişikliğe uğruyor. Öyleyse hakk gibi önemli bir şey, her şeyi hakkıyla bilemeyen insanın hükmüne dayanmamalı.
Hakk’lar, ancak Hakk olan Allah’ın hakk hükmüne göre yerine getirilebilir, korunabilir. Hakk’a rağmen konulan bütün ölçüler, bütün hükümler batıldır, geçersizdir, boştur, temelsizdir.


İslâm hukukuna göre üç çeşit hakk vardır:

1-Allah hakkı (hukukullah): Insanların kulluk görevi, onları Allah’a yaklaştıran şeyler, genelin çıkarına olan ama Allah tarafından belirlenmiş hükümler,
2-Kişinin maslahatının korunduğu haklardır. Çok geniş bir alanı vardır. Insan hakları dediğimiz şeylerdir.
3-Allah hakkı ve insan hakkı: Örneğin, kişinin aklını, dinini, neslini korunmasında iki hak vardır. Bu hakların yerine getirilmesiyle hem Allah’ın emrine uyulmuş olur, hem de bunlarla toplum ve kişilerin çıkarı (maslahatı) korunmuş, haklarına tecavüz önlenmiş olur.




HAMD

‘Hamd’; bir nimetin veya güzelliğin kaynağı ve sahibi olan gücü, övgü ve yüceltme sözleriyle anmaktır. Bir başka deyişle ‘hamd’, isteğe bağlı bir iyiliğe veya onun başlangıç noktası olan bir yardıma karşı, gönül açıklığı ile o iyiliğin sahibine saygı ifade eden bir övgü sözüdür.
Bunda hem nimet sahibini övmek, hem şükretmek, hem de yüceltme anlamı vardır. ‘Hamd’, bir çeşit övmek veya övülmek, iyi bir övüş veya övülüş, güzel bir övücü veya övülen olmak gibi anlamları da kapsayan bir sözdür.
‘Hamd’ kavramını Türkçe’de karşılayacak bir kelime bulunmamaktadır. Çünkü o yalnızca bir övme değil, methetme ile şükür arasında bir çeşit övme, özel bir methetmedir. Canlı veya cansız varlıklar da methedilebilir. Mesela, değerli bir elmas parçası veya güzel bir at övülebilir. Ama hiç bir zaman onlara hamd edilmez. ‘Hamd’, canlılara ve cansızlara istediğí şekli ve değeri veren daha güçlü bir varlığa karşı yapılır.
Hamd; en geniş anlamıyla şükürdür. Hamd, yalnızca dille yapılır. Halbuki şükür hem dille hem de hareketle yerine getirilir. Şükür, bir nimetin karşılığı olarak yapılır. Hamd ise, nimet sahibinin var olduğunu bilmemiz durumunda, o nimet veya güzellik bize ulaşmasa da yapılır. Bu bakımdan hamd her durumda yerine getirilir. Şükür, insana ulaşan bir iyilikten sonra , sözlü, fiille ve kalpten nimeti verene karşılık vermektir. Yalnız fiille veya kalpten yapılan şükür ne methetmedir, ne de hamd’dir. Fakat dil olarak yapılırsa bu, hem hamd, hem methetme olur. Böyle bir hamd de Allah’a karşı duyulan minnettarlığın başı olur.
Her methetme (medih-övgü) hamd sayılmaz. Çünkü methetme, boş bir yalan, soyut bir dalkavukluk ta olabilir. Ancak hamd ve şükür devamlı doğruyu ifade ederler. ‘Hamd’, yaşanan bir sevinç ya da minnettarlık duyulan bir nimet içerisinde bulunarak rahat etmenin zevki ile yapılır. Hamd, geçmişte verilen ve gelecekte verilecek olan nimetler hakkındaki sevinç durumundan, şükür ise, verilmiş olan bir nimete kavuşma drumundan dolayı yapılan bir mutluluk ilânıdır. Bundan dolayı ‘hamd ve şükür’ meşru’ ve ahlâka uygun oldukları halde, medih (methetme) her zaman ahlâkí olmayabilir.
‘Hamd ve şükür’de esas amaç nimeti verendir. Her ikisi de haktır ve müslümanın gönlünü kavuştuğu nimetten dolayı sevinçle doldururlar. Hamd’de seviç ve arzu anlamı; şükür’de ise içten bağlılık ve dostluk anlamı daha fazladır. Hamd’e ayrıca saygı ve değer verme manası da saklıdır
Hamd, Yüce Rabbimiz dışında hiç bir kişi veya kuvvete yapılmayacak bir şükür türüdür. Halbuki insanlara, yaptıkları iyiliklerden dolayı teşekkür edebiliriz.
Hamd; nimetleri, iyilikleri ve bağışları sınırsız ve sonsuz olan bir kuvvete yapılır. O da Allah’tan başkası olamaz.
Hamd, bir iyiliğin karşılığı olmaktan çok, Yaratıcının sonsuz güç ve kuvvetine, verdiği nimetlerin çokluğuna, O’nun Rabliğine duyulan hayranlığın övme yoluyla dile getirilmesidir. Allah’ın kendi varlığının sayısız yansımalarını düşünerek O’nu hakkıyla övmek, O’nun yüce sıfatlarını ve kudretini dile getirmektir.
Kur’an’ın birinci suresi olan Fatiha’nın ilk âyeti hamd olayının kime ait olduğunu net bir şekilde ortaya koymaktadır. “Hamd, alemlerin Rabbi Allah’a aittir.” Buna göre hamd sahibi bellidir. Insanlar kendi görüşlerinden hareket ederek başkalarına hamd edemezler. Kur’an-ı Kerim bu gerçeği başka bir âyette şöyle dile getirmektedir: “Başlangıçta da son da hamd yalnızca Allah’a aittir.” (Kasas, 70)
Hamd, eşi ve benzeri olmayan ilahí rahmetin hakkıyla övülmesi, o rahmetin sahibinin hakkıyla yüceltilmesidir.
Bütün varlıklar Allah’a hamd içerisindedir. Ancak en olgun hamd inanan bir insan tarafından yerine getirilir. Çünkü mü’min bir insan, Peygamberinden öğrendiği gibi Allah’ı hakkıyla takdir eder, O’na nasıl hamd edileceğini bilir.
Allah’ı ve O’nun Rabliğini anlayan samimi bir müslüman hamdi yalnızca Allah’a yapar. O her zaman ‘elhamdülillah’ diyerek Yaratıcıyı hakkıyla över ve yüceltir.
“Hamd olsun Allah’a ki, gökleri ve yeri yarattı, karanlıkları ve nûr’u var etti. Yine inkârcılar, (başkalarını) Rablerine denk tutuyorlar.” (En’am, 1)
“Onların orada duası: ‘Allahım! Sen her türlü eksiklikten uzaksın’, birbirlerine sağlık temennileri; ‘selâm’, dualarını sonu da; ‘âlemlerin Rabbi Allah’a hamd olsun’ sözleridir. (Yunus, 10; ayrıca bkz. A’raf, 43; Tâhâ, 130; Kasas, 70; Zümer, 74 vd.).


ŞÜKÜR

Şükr’ün Anlam Sahası:

‘Şükr’ sözlükte; hayvanların bedenlerinde yedikleri gıdanın etkisinin apaçık ortaya çıkmasıdır.
Din dilindeki ‘şükür’ de bunun gibidir. Yani ‘şükür’, Allah’ın ni’metinin etkisinin kulun dilinde ‘itiraf ve övgü’ olarak, kalbinde ‘şahitlik ve muhabbet’ olarak, organlarında da ‘itaat etme ve boyun eğme’ olarak ortaya çıkmasıdır. ‘Şükür’, kişinin kendine ulaşan ni’meti bilmesi ve bunu çeşitli şekillerde açığa vurmasıdır. Bir başka deyişle ni’met sahibini bilip onu övmesi demektir.
‘Şükr’ü, çeşitli açılardan tanıtan şu tanımlara bakmakta yarar vardır: ‘Şükür’, ni’met vereni boyun eğerek itiraf etmektir. ‘Şükür’, ihsan yapan kimseyi, ihsanını anarak övmektir. ‘Şükür’, ni’met verene kalbin sevgiyle, organların itaatle, dilin onun zikri ile ve onu övmekle meşgul olmasıdır. ‘Şükür’, ni’metleri onu verene boyun eğerek nisbet etmektir. ‘Şükür’, Allah’ın ni’met vermesinden dolayı O’nun ihtiyacı olmadığı halde O’nu övmekle lezzet duymaktır. Kur’an, insana sayısız ni’met verildiğini, insanın bunları veren Allah’ı bilip, hizmetine sunulan bu ni’metlerden dolayı ni’met sahibine minnet duymasını, bu minnettarlığı çeşitli şekillerde ortaya koymasını söylüyor. Türkçe’de kullandığımız ‘teşekkür etmek, şükran duymak’ kavramları da aynı kökten gelmekte ve yaklaşık aynı manayı ifade etmektedirler.


 
  
 
emegıne saglık paylasım icin cok tesekkur ederım
 
    
Emeğinize sağlık...
 
    
Paylaşıma emeğinize teşekkür ederim.
 
    
 
 
Üst Alt