BİLGİ Kur'an-ı Kerim'i Anlamak...

*NiSaN*

Misafir
Katılım
6 Şub 2010
Mesajlar
6,141
Tepkime puanı
1,023
Puanları
166
Konum
Manisa/Akhisar
Web sitesi
www.nisanforum.com
Kur'an-ı Kerim'i Anlamak...
Kur’ân-ı Kerim anlaşılması ve bu hususta gayret gösterilmesi gereken ilahi bir kitaptır. Kur’ân’ı anlamak bizatihi Cenâb-ı Hakk’ın kullarına emridir.اَفَلَا يَتَدَبَّرُونَ الْقُرْاٰنَ “Hâlâ Kur'an'ı düşünüp anlamaya çalışmıyorlar mı?” (en-Nisâ, 4/82.) اَفَلَا يَتَدَبَّرُونَ الْقُرْاٰنَ اَمْ عَلٰى قُلُوبٍ اَقْفَالُهَا “Onlar Kur’an’ı düşünüp anlamaya çalışmıyorlar mı? Yoksa kalplerin üzerinde kilitleri mi var?” (Muhammed, 47/24) Âyetlerde zikredilen tedebbürden maksat; Kur’ân’daki manalar üzerinde tefekkür etmek, anlayıp kavramak demektir. Allah Teâlâ bu âyetlerde kullarına, Kur'ân üzerinde tefekkür etmeyi, onu anlamaya çalışmayı emretmekte ve ondan yüz çevirmekten menetmektedir.


Kur’ân’ın Arap bir kavme kendi lisanlarıyla, yani Arapça indirilmiş olması da, Allah (c.c.)’nun, onu indirmedeki maksadının tefekkür edip anlamak olduğuna delildir. اِنَّآ اَنْزَلْنَاهُ قُرْءٰنًا عَرَبِيًّا لَعَلَّكُمْ تَعْقِلُونَ “Muhakkak ki biz onu, anlayasınız diye Arapça bir Kur’an olarak indirdik.” (Yusuf, 12/2) اِنَّا جَعَلْنَاهُ قُرْءٰنًا عَرَبِيًّا لَعَلَّكُمْ تَعْقِلُونَۚ “Muhakkak ki biz onu, anlayasınız diye Arapça bir Kur’an kıldık.” (ez-Zuhruf, 43/3) Yani Kur’ân’ı an¬lamanız, manaları üzerinde düşünüp idrak etmeniz için sizin dilinizle yani Arapça indirdik, buyrulmaktadır.


 Her Tefekkür ve Gayret Muteber Midir?


Bu âyetler, Kur’an üzerinde tefekkürün gerekliliğini ve bu hususta gösterilmesi gereken gayreti ifade etmektedir. Ancak her tefekkür makbul ve maksada ulaşma yolunda yeterli midir?


Tefekkürün muteber olabilmesi için, neticesinde Kur’ân’ın sahibine yol bulunmalıdır. Diğer bir tabirle sanata bakarak sanatkâr bulunmalıdır. Yüce kudreti bilip anlayarak, O’nun önünde boyun eğmelidir. Hiç şüphesiz karşılığı iman olmayan düşünmede hayır yoktur. Öyleyse her düşünmek ve bu hususta gösterilen gayret tefekkür sayılmaz. Öteden beri müsteşrikler Kur’an üzerinde çalışmalar yapıyorlar. Ancak maksat hâsıl olmuyor. Çünkü Kur’ân’ı anlamada en temel şart olan imandan, iyi niyet ve takvadan yoksun oluşları onları maksada ulaşmaktan mahrum etmektedir.


Yüce Rabbimiz, Kur’ân’dan hakkıyla ancak muttakilerin istifade edebileceğini hükme bağlamıştır. ذٰلِكَ الْكِتَابُ لَا رَيْبَۚۛ ف۪يهِۚۛ هُدًى لِلْمُتَّق۪ينَۙ “İşte bu kitap ki, bunda bir şüphe yoktur. Muttakîler için bir hidâyettir.” (el-Bakara, 2/2)


Tefekkürün hakikatini, âyetlerin kendisine inzal buyrulduğu Rasûl-i Kibriyâ Efendimiz (s.a.v.) ve O’nun ahlâkı ile ahlâklanan sahâbe (r.anhüm)’den öğreniyoruz. İbn-i Abbâs (r.a.)’dan rivâyet edildiğine göre şöyle demiştir: Ebû Bekir (r.a.): “Yâ Rasûlallah! Yaşlandın.” dedi. (Bunu üzerine Rasûlullah): “Beni, Hûd, Vâkıa, Mürselât, Amme yetesâelûn (Nebe) ve İzeşşemsu kuvvirat (Tekvir) (sûreleri) ihtiyarlattı.” buyurdu. (Tirmizî, Tefsîru’l-Kur’ân, 56)


Burada kendimize: “Hangi birimiz bu sureleri okudu da ihtiyarladı?” sorusunu sormamız gerekmektedir.


Cafer b. Zeyd el-Abdî’den rivâyet edildiğine göre şöyle demiştir: Ömer bir gece, Medine'de kontrol için çıktı. Müslümanlardan bir kişinin evine uğradı. O kişiye kalkmış namaz kılıyor iken rast geldi. Onun kıraatini dinlemek için durdu. (Adam): “Rabbinin azabı mutlaka vaki olacaktır. Onu savacak hiçbir şey yoktur.”a kadar “Tur’a andolsun…” (âyetlerini) okudu. (et-Tur, 52/1-8) (Ömer): “Ka'be'nin Rabb’ine yemin olsun ki, hak bir yemindir.” dedi ve merkebinden indi, duvara dayandı, bir süre (o şekilde) kaldı, sonra evine döndü. Bir ay (evinde) kaldı. İnsanlar onu ziyaret ediyorlar, hastalığını bilmiyorlardı. Allah ondan razı olsun. (İbn-i Kesîr, Tefsîru’l-Kur’âni’l-Azîm, c.13, s.229)


 Kur’an’ı Anlamada Usul:


Kur’ân-ı Kerim’i anlamaya çalışmak ne kadar önemliyse, O’nu doğru anlamak için Allah’ın muradı üzere Peygamberimizin bırakmış olduğu usulü takip etmek de o kadar önemlidir.


Binlerce yanlışı araştırıp zikretmektense doğruluğunda şüphe olmayan yolu tespit edip ortaya koymak daha yerinde olacaktır. Zira hakikati elde etmede en keskin yol, hakikatin bizatihi kendine yönelmektir.


Bunun için iman, itaat ve sevginin en üst seviyede olduğu asrısaadete bakarak istikameti bulmaya çalışmalıdır. Zira Kur’ân’ın inişiyle beraber âyetlerin anlaşılması ve itaat usulü de Peygamberimiz (s.a.v.) tarafından ortaya konmuş ve bu usul sahabe arasında meşrulaşmıştır.


Amr b. Şuayb’ın babasından, dedesinden rivayet ettiğine göre şöyle demiştir: “Ben ve kardeşim, karşılığında kırmızı develerin benim olmasını arzu etmeyeceğim bir mecliste oturmuştuk. Ben ve kardeşim geldik ve bir de baktık ki kapılarından bir kapı yanında Rasûlullah (s.a.v.)’in ashabından yaşlılar(dan oluşan bir grup) var. Onların arasını ayırmayı hoş görmedik ve bir kenara oturduk. O sırada Kur'ân'dan bir âyet zikredip onun hak¬kında münakaşa ettiler. Nihayet sesleri yükseldi. Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.v.) öfkeli bir halde (yanlarına) çıktı. (Mübarek) yüzü kızarmıştı. Onlara toprak atıyor ve şöyle buyuruyordu: “Ey topluluk, yavaş olunuz. Siz¬den önceki ümmetler bu sebeple (yani) peygamberlerine muhalefet etmeleri ve kitapların bir kısmını diğer kısmına vurmaları yüzünden helak edildiler. Şüphesiz Kur’an, bir kısmı diğer kısmını yalanlamak üzere inmemiştir. Bilakis bir kısmı diğer kısmını doğrular (bir şekilde indirilmiştir). Ondan ne bilirseniz onunla amel edin, ondan neyi de bilmezseniz onu bilenine götürün.” (Ahmed b. Hanbel, Müsned, c.11, s.304, h.no:6702)


Peygamberimiz bu hadisleriyle Kur’ân’ın anlaşılması hususunda usul ortaya koymuştur. Kur’an hakkında ilimsiz konuşmayı ve tartışmayı yasaklarken, mü’minlerin bildikleriyle amel etmesini, hakkında bilgileri olmayan âyetleri ise bilenlerden öğrenmelerini emretmiştir.


Bir âyet-i kerimenin anlaşılması hususunda Peygamberimizin bıraktığı ve Ehl-i Sünnet âlimlerimizin takip ettiği usul sırasıyla şu şekildedir:


1- Âyetin âyetle tefsiri


2- Âyetin hadisle tefsiri


3- Âyetin sahâbe sözleriyle tefsiri


4- Âyetin tâbiîn sözleriyle tefsiri


5- Âyetin Arapça dil kurallarına uymak suretiyle tefsiri


6- Âyetin, ‘müfessir’ şartlarına uygun kişinin içtihadı üzere tefsiri.


Biz mevzuu ilk iki maddeye misaller vererek özellikle âyetlerin anlaşılmasında Sünnet’in yeri ve önemine değinmek istiyoruz.


1- Âyetin âyetle tefsiri


Âyeti âyetle tefsir etmek tefsirlerin en beliği ve üstünüdür. Zira sözü söyleyen kişi elbette ki kendi sözünün mana ve maksadını başkalarından daha iyi bilir.


Rasûlullah (s.a.v.) Efendimiz âyeti âyetle tefsir etmişlerdir.


Abdullah (r.a.)’dan rivayet edildiğine göre şöyle demiştir: “İman edip de imanlarına zulüm bulaştırmayanlar var ya...” (el-En’âm, 6/82) (âyeti) indiği zaman dedik ki: “Yâ Rasûlallah! Hangimiz nefsine zulmetmez ki?” (Rasûlullah): “(Durum) sizin söylediğiniz gibi değildir: ‘imanlarına zulüm bulaştırmayanlar’ (yani) ‘şirk (karıştırmayanlar)’ (demektir.) Sizler Lokmân'ın, oğluna (söylediği) sözü işitmediniz mi: ‘‘Yavrum! Allah’a ortak koşma! Muhakkak ki şirk, elbette pek büyük bir zulümdür.” (Lukmân, 31/13) (Buhârî, Ehâdîsu’l-Enbiyâ, 8)


Efendimiz (s.a.v.), bu hadislerinde “zulüm” gibi geniş manalı bir kelimeyi sahâbe efendilerimizin sorusu üzerine “şirk” ile tefsir etmiştir.


2- Âyetin hadisle tefsiri


Âyetin hadisle tefsirine misal vermeden önce, âyetlerin tefsirinde Efendimiz (s.a.v.)’in hadislerine niçin müracaat etmemiz gerektiğine değinmek istiyoruz. Bunun başlıca iki sebebi vardır:


A- Kur’ân-ı Kerim, açıklanması ve yaşanarak izah edilmesi gereken ilâhî bir kitaptır. O’nu açıklama vazifesini ise Cenâb-ı Hak, Efendimiz (s.a.v.)’e tevdi etmiştir. Bir âyette Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır: وَاَنْزَلْنَآ اِلَيْكَ الذِّكْرَ لِتُبَيِّنَ لِلنَّاسِ مَا نُزِّلَ اِلَيْهِمْ وَلَعَلَّهُمْ يَتَفَكَّرُونَ “İnsanlara, kendilerine indirileni açıklaman için ve düşünüp anlasınlar diye sana da Kur'an'ı indirdik.” (en-Nahl, 16/44) Bu âyet, Kur’ân’ın, Peygamberimizin (s.a.v.) izahıyla anlaşılması gerektiğini açıkça ifade etmektedir.


يَآ اَيُّهَا الرَّسُولُ بَلِّغْ مَآ اُنْزِلَ اِلَيْكَ مِنْ رَبِّكَۜ وَاِنْ لَمْ تَفْعَلْ فَمَا بَلَّغْتَ رِسَالَتَهُۜ “Ey Rasûl! Rabbinden sana indirileni tebliğ et. Eğer yapmazsan O'nun risaletini tebliğ etmemiş olursun...” (el-Mâide, 5/67)


Peygamberimizin Kur’ân’ı tebliğ vazifesi iki cihettendir:


1- Âyetleri tebliğ


2- Âyetlerin manalarını açıklayıp bildirmek suretiyle tebliğ


Kur’ân’ı açıklama görevi Rasûlullah (s.a.v.)’e tevdi edildiğine göre, biz ümmete düşen, âyetleri anlayabilmek için vehimlerimize değil bizatihi O’na müracaat etmektir.


B- O’na müracaat etmemizi gerekli kılan sebeplerden biri de, Sünnet’in, Peygamberimize Kur’ân gibi Allah tarafından vahyedilmiş olmasıdır. Buna işaret eden bazı âyet ve hadisler şu şekildedir: وَمَا يَنْطِقُ عَنِ الْهَوٰىۜ ﴿﴾ اِنْ هُوَ اِلَّا وَحْيٌ يُوحٰىۙ ﴿﴾ “O, hevadan konuşmaz. O ancak kendisine vahyedilen bir vahiydir.” (en-Necm, 53/3-4)


Âlimlerimiz bu âyetten, Kur’ân âyetlerinin yanı sıra Sünnet’in de vahiy mahsulü olduğu hükmünü çıkarmışlardır. Peygamberimizin lisanından her ne halde olursa olsun ancak hak sözler çıkmıştır.


Abdullah b. Amr (r.a.)’den rivayet edildiğine göre şöyle demiştir: Ben, Rasûlullah (s.a.v.)’den işittiğim her şeyi yazıyordum. (Bu şekilde hadisleri) muhafaza etmek istiyordum. Bunun üzerine Kureyş (kabilesinden bazı Müslümanlar bundan) beni nehyetti ve: “Sen ondan duyduğun her şeyi yazıyor musun? Hâlbuki Rasûlullah (s.a.v.) öfke ve memnuniyet halinde konuşan bir insandır.” dediler. Bunun üzerine yazmaktan vazgeçtim ve bunu Rasûlullah (s.a.v.)'e an¬lattım. Parmağıyla ağzına işaret etti ve: “Yaz! Canım elinde olan (Allah)’a yemin olsun ki ondan haktan başkası çıkmaz.” buyurdu. (Ebû Dâvûd, İlm, 3)


Mıkdâm b. Ma’dîkerib (r.a.)’dan rivâyet edildiğine göre Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: “Dikkat edin! Bana Kitap (yani Kur’an) ve onunla beraber onun benzeri verildi…” (Ebû Dâvûd, Sünnet, 6)


Hassân'dan rivayet edildiğine göre şöyle demiştir: “Cibril, Nebi (s.a.v.)’e Kur'ân'ı indirdi¬ği gibi Sünnet'i de indirirdi.” (Dârimî, Mukaddime, 49)


Bu açıklamalara göre, O’nun sünneti de vahiy kapsamındadır. Hüküm koyma açısından Sünnet, Kur’an mesabesindedir. Kur’ân’ın anlaşılmasında bir asıl olan Nebevî izahtan uzak kalınamaz. Zira mahlûkatı içerisinde Allah’ın muradını Rasûlullah’tan daha iyi bilen kimse yoktur.


Hiç kimse Efendimiz (s.a.v.)’den daha çok Kur’ân ile uyum ve benzerlik içinde değildir. O’nun ahlâkı Kur’ân ahlâkıdır. (Sa'd b. Hişâm’dan rivâyet edildiğine göre şöyle demiştir: Ben Hz. Âişe’ye): “Ey Mü'minlerin annesi! Bana, Rasûlullah (s.a.v.)’in ahlâkından haber ver!” dedim. (Âişe) şöyle dedi: “Sen, Kur'ân okumuyor musun?” (Ben): “Evet (okuyorum)!” dedim. (Âişe): “İşte, muhakkak ki Allah’ın Nebisi (s.a.v.)’in ahlâkı Kur'ân idi.” dedi. (Müslim, Salâtu’l-Müsâfirîne Ve Kasrihâ, 18)


 Hadislerin Kur’an’ı Tefsiri:


Hadis-i şeriflere bakıldığında bazen önce âyet sonra o âyetin tefsiri zikredilmiş, bazen ise aksi olmuştur. Bazı âyetler sahâbenin o âyetle ilgili sorusu üzerine tefsir edilmiştir. Diğer bazısı, Efendimiz (s.a.v.) buyrukları içerisinde tefsir edilmiş, bir kısmını ise bizatihi kendisi inen âyetin hükmüne ittiba ederek fiili sünnetiyle tefsir etmiştir.


Şüphesiz âyetin hadisle tefsirine birçok misal verilebilir. Biz burada bazılarını zikretmekle iktifa edeceğiz:


Ebû Hureyre (r.a.)’den rivayet edildiğine göre şöyle demiştir: Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: “Allah bir kulu sevdiği zaman Cibril’e: ‘Ben filan (kulumu) sevdim, sen de onu sev!’ (diye) nida eder.” (Rasûlullah devamla) şöyle buyurdu: “(Cebrail) de semada nida eder. (Melekler de o kulu severler.) Sonra o kimse için yeryüzü ehli içine sevgi iner. (Böylece yeryüzündeki insanlar da o kimseyi sever). İşte bu Allah’ın: اِنَّ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ سَيَجْعَلُ لَهُمُ الرَّحْمٰنُ وُدًّا ‘İman edip sâlih ameller işleyenler için Rahman, bir sevgi kılacaktır.’ (Meryem, 19/96) buyruğunun (anlamıdır). Allah bir kula buğzettiği zaman ise Cibrîl’e: ‘Ben filana buğzettim.’ (diye) nida eder. (Cibrîl) de semada nida eder. Sonra o kimse için yeryüzüne nefret iner.” (Tirmizî, Tefsîru’l-Kurân, 20; Buhârî, Edeb, 41)


Bu hadiste Efendimiz (s.a.v.), Allah’ın iman edip sâlih amel işleyen kulları için sevgiyi nasıl yaratacağını açıklamıştır.


 Kur’ân’ı Anlamada Sünnet’ten Uzaklaşmanın Neticesi:


1- Sünnetten uzaklaşmak tefrika sebebidir


Peygamberimiz (s.a.v.) tarafından konulan, O’nun ve sahabesi tarafından takip edilen bu usul, kıyamete kadar takip edilmesi gereken hak yoldur. Ehl-i sünnet âlimleri de hep bu usul üzere hareket etmişlerdir. Birliktelik bu usul üzere gerçekleşmiştir. Aykırılık ise bu usul dışına çıkarak kendisinde söz söyleme yetkisi bulanlarda ortaya çıkmıştır.


2- Âyetleri anlamada hataya sebep olur


Kur’an hakkında Rasûlullah (s.a.v.) dışında söz söyleyen her kişide hata payı mevcuttur. Çünkü masum değildir. İnsan nefis taşır; ne kadar ilmi olursa olsun, hevaya ve şeytana tabi olma ihtimali taşır. Efendimiz (s.a.v.) ise, Peygamberlik vazifesi verilmezden önce de sonra da masumdur, günah ve hataya düşmekten korunmuştur. O’ndan sadır olan Sünnet vahiy mahsulü olarak ortaya çıkmıştır. Dolayısıyla yeryüzünde ilâhî vahyi en iyi anlayacak, yaşayacak ve izah edecek yegâne varlık Efendimiz (s.a.v.)’dir.


Peygamber (s.a.v.)’in, bir kişinin her hususta öncüsü olması, o kişide heva ve hevesin önünün kapanması demektir. Din hususunda Allah ve Peygamberi hükmeder, ümmete ise ancak itaat etmek düşer. Bugün Kur’ân’ı doğru anlama ve anlatmada meydana gelen sıkıntı, ümmetin (haşa!) Peygamber gibi hareket etmesinden, dolaylı şekilde de olsa Peygamberin vazifesini yapmaya kalkışmasından ileri gelmektedir.


3- Dinin ifsat edilmesi demektir


Âyetleri anlamada Sünnet terk edilirse, dinden Peygamberî anlayış kaldırılmış olur. O’ndan uzaklaşma, Kur’ân’ı hatalı anlama ve açıklamanın başıdır. Bu ise dinin ifsat edilmesi demektir.


Kur’ân’daki lafızlar, şer’î manalarını ancak Sünnet’te bulmuştur. Kur’ân’ın anlaşılmasında Sünnet saf dışı bırakılırsa âyetlerin ifade ettiği Cenâb-ı Hakk’ın muradı olan hakiki manalar yok olur. Onların yerini hevadan kurtulamamış şahısların vehimleri alır.


Mesela; ‘salât’ kelimesi. Arap lügatinde dua manasında kullanılır. Kur’ân’da birçok yerde zikredilen bu kelimenin şer’î olarak “namaz” manasına geldiğini, namazın erkânını, şartlarını vb. onunla alakalı birçok hükmü Efendimiz (s.a.v.) açıklamıştır.


Diğer bir misal de hırsızlara uygulanan had cezasıyla ilgilidir. Rasûlullah (s.a.v.) “hırsız erkek ile hırsız kadının ellerini kesin.” (el-Mâide, 5/38) âyetini bizzat bu cezayı uygulamak, bu cezanın sınırlarını ve şartlarını belirlemekle tefsir etmiştir. Ebû Bekir ve Ömer (r.anhümâ) da el kesme cezasını hilafetleri döneminde tatbik etmişler ve bu hususta ümmetin âlimleri arasında görüş ayrılığı olmamıştır. Âyeti anlarken Sünnete müraacat edilmezse: “Böyle bir ceza çağdaş medeniyetin gereklerine muhaliftir. İslâm’da böyle bir hüküm olamaz. (Haşa!) Burada kesmenin manası; ‘hırsızlıktan onu menedin’, ‘elini çizin’ vb. farklı manalara gelir.” gibi dinin kesin bir hükmünün yürürlükten kaldırılmasını netice anlayışlar ortaya çıkar.


4- Kur’ân’ın hayata yansıyan kapısı kapanır


Doğru usul takip edildiği takdirde insanın önüne açılan, ancak itaat kapısıdır. Doğru usul takip edilmeyince, niyet her ne kadar iyi de olsa birçok yanlışlıkların ortaya çıkıp yayılmasına sebep olmaktadır. Ortada bunca meal, tefsir, ders vd. faaliyetler olmasına rağmen, Kur’ân-ı Kerim’in halkın maddi manevi dünyasına, sokaklarına, evlerine, ticaretlerine vb. sirayet etmeyişinin, bereketinin görülmemesinin en büyük nedeni, ümmetin Rasûlullah (s.a.v.) Efendimizden, Kur’ân ahkâmının da Sünnet’ten tecrit edilmesindendir. Çünkü Sünnetin tecridi ile Rasûlullah (s.a.v.) Efendimizden ümmetine yansıyan ve murad-ı ilahi olan Kur’an ahlâkının önü kapatılmış olmaktadır.


5- Vehimler ilham zannedilir


Usulden ayrılınca, insan kendisine gelen vehimleri ilham görmeye başlar. Peygamberimizin hükmü yanında kendisine gelen şeyleri ortaya koyar. Bu ise dalalettir.


Tefsir, nefsini kötülükten arındırmamış kişinin aklî uğraşıyla elde ettiği bilgi değildir. Bilakis Cenâb-ı Hakk’ın razı ve hoşnut olduğu gönle, O’nun, taraf-ı Sübhâniye’sinden (c.c.) ihsan ettiği nihâyetsiz ilim, hikmet, irfan ve yakîn nurlarından bir katre âtadır. Tefsir, Cenâb-ı Hakk’ın (c.c.), kuluna Zâtını ve Zâtına dair olanı açmasıdır.


İlham ancak; zahiri, Allah ve Rasûlü’ne itaatle nefsin esaretinden kurtulan;


bâtını ise ilâhî feyiz ve lütuflarla bezenmiş muttaki kulların gönlüne gelen nurdur. Haramlarla alâkası kesilmemiş, kalbine akan habaset yollarını kapamamış, itaatten uzak kişilerin akıl ve kalpleri ilâhî nur olan ilhamın gelişinden nasipsizdir.


 Re’y İle Tefsirin Tümü Yanlış Mıdır?


Peygamberimiz (s.a.v.), bıraktığı usulden uzak, gerekli zahirî ve batınî donanıma sahip olmayan kişilerin kendi re’y (görüş)leriyle âyetleri anlayıp anlatmalarını yasaklamıştır.


“Kur’an hakkında, ilim olmaksızın söz söyleyen, cehennemdeki yerine hazırlansın.” (Tirmizî, Tefsîru’l-Kur’ân, 1)


“Kur’ân hakkında, kendi re’yiyle söz söyleyen, cehennemdeki yerine hazırlansın.” (Tirmizî, Tefsîru’l-Kur’ân, 1)


“Kur’ân hakkında, kendi re'yiyle söz söyleyen, isabet etse bile muhakkak ki hata etmiştir.” (Tirmizî, Tefsîru’l-Kur’ân, 1)


Ancak re'y ile tefsir mutlak olarak men edilmemiştir. Zira Rasûlullah (s.a.v.), tüm âyetleri tek tek beyan etmemiştir. Bu nedenle Sahabe Efendilerimiz, hakkında âyet ve hadisin bulunmadığı âyetler hakkında içtihatta bulunarak görüşlerini söylemişlerdir. Bu şekilde Kur’ân’ın hükmünün kıyamete kadar baki kalması, hüküm ve manalarının devamlılığı sağlanmıştır.


Öyleyse hadislerde de ifade edildiği üzere re’yde yasaklanan; âyetlerden, hadislerden, sahabe ve tabiin nakillerinden ve tefsir için gerekli olan ilim ve şartlardan uzak, aklın vehimleriyle tefsir etmektir.


 Sahabe Efendilerimizin Tefsir Usulü:


Sahabe-i Güzin Efendilerimiz (r.anhüm) Rasûlullah (s.a.v.) Efendimizi hesaba katmadan Kur’an-ı Kerim’i anlama ve yaşama gayreti içine girmişler midir? Elbette ki hayır! Onların tefsir usulü yukarıda zikrettiğimiz hal üzereydi. Âyeti ilk önce âyetle tefsir ederler, hadisle tefsir ederler, bu ikisinde de bulamazlarsa içtihat ederlerdi.


1- Âyetin âyetle tefsiri


“Kendilerine nimet verdiklerinin yoluna (ilet)…” (el-Fâtiha, 1/7) (âyetinin tefsirinde) İbn Abbâs (r.anhümâ)’dan şöyle rivayet edilmiştir: “Sana itaat eden ve sana ibadet eden melekler, peygamberler, sıddîklar, şehitler ve sâlihlerden ibadet ve itaatinle kendilerini nimetlendirdiklerinin yoluna (ilet).” (İbn-i Cerir et-Taberî, Câmiu’l-Beyân An Tefsîr-i Âyi’l-Kur’ân, c.1, s.177)


Buna, Allah Teâlâ'nın şu âyetinde işaret buyrulmuştur: “Ve her kim Allah ve Rasûl'e itaat ederse işte onlar, Allah'ın kendilerine nimet verdiği peygamberler, sıddîklar, şehitler ve salih kişilerle beraberdirler. Bunlarsa ne güzel arkadaştır.” (en-Nisâ, 4/69)


2- Âyetin hadisle tefsiri:


Âta b. Yesâr (r.a.)’ın, Mısır halkından bir adamın şöyle dediğini rivâyet etmiştir: “Ebû’d Derdâ’ya şu âyet “Onlar için dünya hayatında da, âhirette de müjde vardır…” (Yûnus, 10/64) hakkında sordum. Şöyle dedi: Rasûlullah (s.a.v.)’e onun hakkında sorduğumdan beri onun hakkında bana hiçbir kimse sormadı. (Rasûlullah) şöyle buyurdu: “İndirildiğiden beri bana onun hakkında senden başka hiçbir kimse sormadı. O, (yani âyetteki müjde), güzel rüyadır, onu müslüman görür veya (başka müslüman tarafından) onun için görülür.” (Tirmizî, Tefsîru’l-Kur’ân, 11)


Görüldüğü üzere Ebu’d-Derdâ (r.a.), âyeti kendi re’yiyle değil, Rasûlullah’ın açıklamasıyla tefsir etmiştir.


 Mealler Kur’ân’ı Anlamada Yeterli Midir?


Meal okunmamalı demiyoruz. Meal okunabilir; ancak sadece mealle yetinilirse birçok Kur'ânî bilgiden mahrum kalınacağı, yanlışlığa düşüleceği hatırdan çıkarılmamalıdır. Şu sebeplerden dolayı:


1- Bir hakikattir ki, hiçbir tercüme aslının aynısı olamaz. Mealler arasındaki bariz farklar bunun bir göstergesidir. Dolayısıyla hiçbir meal Kur’ân’ın ve Allah Teâlâ’nın murat ettiği mananın aynısı olamaz.


2- Diller arası tercümelerde kelimelerin ve cümlelerin ihtiva ettiği manayı aynıyla diğer bir dile aktarmak her zaman mümkün olmaz. Bu nedenle içerdiği mana zenginliğiyle ilâhî bir kelamın bir başka dile, manada herhangi bir eksikliğe yol açmadan aktarılması mümkün değildir.


3- Meal, tercümedir. Yani kelimelerin manalarının diğer dile o dildeki karşılığıyla aktarılmasıdır. Bu nedenle son derece öz ve kısadır. Bu nedenle yukarıda zikredilen rivâyette olduğu gibi (el-En'âm, 6/82) “zulm” kelimesinin Türkçeye sadece “zulüm, haksızlık” şeklinde aktarılması ve bu şekilde anlaşılması büyük eksiklik olacaktır.


4- Meallerde yapı itibariyle, âyeti açıklayan diğer âyetler, hadisler, sahabe ve tabiin sözleri, sebeb-i nüzuller nakledilmez. Bu ise âyeti anlamada izah ettiğimiz üzere büyük eksikliktir.


5- Meallerde âyetlerin ihtiva ettiği fıkhî, itikâdî hükümler zikredilmez. Bu hükümler için muhakkak ilgili kitaplara müracaat edilmelidir. “Allah’a yardım etmek” (Muhammed, 47/7), “Allah’ın eli” (el-Feth, 48/10) vb. âyetlerde mealle sınırlı kalındığı takdirde itikâdî yanlışlıklara dalmaya ve ehl-i sünnet dairesinden çıkmaya sebep olabilir.


6- Mealler, âyetlerin tefsirinde zikredilen birçok manadan sadece birini tercih ettiklerinden bu Kur’ân’ın birçok zenginliğinden mahrum kalmak olacaktır.


7- Âyetin birçok manalarından birini tercihin ise hangi ölçüye göre yapıldığı, meal sahibinin ilmî yeterliliğine, takvasına ve sadakatine bağlıdır. Dolayısıyla âyeti meal yazarının tercih ve anlayışı doğrultusunda anlamak zorunda kalmaktayız.


8- Her söz ve her eser gibi meallerde de hata söz konusudur. Tercüme ve baskı hataları gibi birçok hatanın sadır olması kaçınılmazdır.

Şah Muzaffer Efendî
 
  
 
Moderatör tarafında düzenlendi:
KONU GÜNCELLENDİ..
 
    
 
 
Üst Alt