Güzel Hikayeler Annenin Hizmete İhtiyacı Vardır, dini hikayeler, dini bilgiler, islam dini, din ve islam

*Azra*

VİP ÜYE
Özel Üye
Katılım
7 Nis 2012
Mesajlar
667
Tepkime puanı
33
Puanları
28
ANNENİN HİZMETE İHTİYACI VARDIR
b-332794-yal_nene26sr1.jpg


Ebû'l-Haseni'l-Harkânî (k.s) hazretleri şöyle anlatır:

İki kardeş vardı. Bu iki kardeşin hizmete muhtaç bir anneleri vardı. Her gece kardeşlerden biri annenin hizmeti ile meşgul olur, diğeri Allah Teâlâ'ya ibâdet ederdi. Bir akşam, Allah Teâlâ'ya ibâdet kardeş, yaptığı ibâdetten, duyduğu hazdan dolayı kardeşine:

- Bu gece de anneme sen hizmet et, ben ibâdet edeyim, dedi.

- Kardeşi kabul etti. İbâdet ederken secdede uyuya kaldı ve o anda bir rüya gördü.


Rüyasında bir ses ona:

- Kardeşini affettik, seni de onun hatırı için bağışladık, deyince genç:

- Ben Allah Teâlâ'ya ibâdet ediyorum. Kardeşim ise anneme hizmet ediyor. Fakat beni onun yaptığı amel yüzünden bağışlıyorsunuz, dedi.


Ses ona:

- Evet, senin yaptığın ibâdetlere bizim hiç ihtiyacımız yok. Fakat, kardeşinin annene yaptığı hizmetlere annenin ihtiyacı vardı, karşılığını verdi.

 
  
 
HAYVANA YAPILAN İYİLİĞE ÜCRET

Ebu Hureyre (r.a.) Peygamberimizin (s.a.v.) şöyle buyurduğunu anlatır.
Bir yolcu, yoluna devam ederken, çok susamıştı. Bir kuyuya rastladı. İnip ondan su içti. Çıktığında bir baktı ki, çok susamış bir köpek dilini çıkarıp susuzluğunu toprak yiyerek gidermeye çalışıyor.
Yolcu:
- Bu köpek de benim biraz önce olduğum gibi çok susamış, der.
Kuyuya inerek ayakkabısına su doldururak köpeği su içirir. Allahu Teala'nın bu çok hoşuna gider, yaptığını muteber sayarak günahlarını affeder.

Ashabı Kiram dediler ki:
- Ey Allah'ın Resulü! Hayvanlara yaptığımız iyilikte bize ecir, ücreti var mıdır?
Resulullah (s.a.v.) buyurdu.
- Her canlı hayvana yapılan iyilikte, ecir, ücret vardır.

 
    
ALLAH'LA BAĞLANAN HAYATINIZ HİÇ KOPMASIN

Dilinde her daim “Allah Allah” zikri olan bir adam varmış.

Bu adam bir gün “Allah Allah” demeyi terk etmiş.

Bir gece rüyasında "Hızır Aleyhisselamı" görmüş.

Sormuş adama Hızır: “Niye ‘Allah Allah’ demeyi terk ettin?”

Adam cevap vermiş; “yıllarca ‘Allah Allah’ dememe rağmen

Bir gün olsun "Rabbim" bana ‘buyur ey kulum’ demedi ki.”

Hızır, acıyarak bakmış adamın yüzüne ve demiş ki:

"Be adam, Allah’ın sana ‘Allah Allah’ diye söyletmesi zaten"

"Buyur ey kulum’ demesiydi."

Bu öyküdeki adam gibi, senin sonsuz rahmetine rağmen

Senden uzak kalmaktan sana sığınıyorum.

Ey nefsim durma, sen de koş

Allah’la bağlan hayata.

Duamın özü bu...

Allah’la bağlanan hayatınız hiç kopmasın.

Onunla ve dualarınızla güzelleşsin.
 
    

Ezanla Namaz Arası


Torunu, bembeyaz sakallı, nur yüzlü dedesine merakla sorar:
"Dedeciğim! Bir insanın ömrü ne kadar olur?"
Dede tatlı bir gülücükle:
"Ezanla namaz arası kadar yavrucuğum." deyince torun:
"Nasıl yani, ömür bu kadar kısa mı?"
"Evet yavrum. Ömür, namazsız ezanla, ezansız namaz arası kadardır." diye dede biraz daha açar ilk sözünü. Torun yeniden sorar:
"Namazsız ezan ve ezansız namaz" ne demek dedeciğim?
Dede torununa şefkatle açıklar:
"Bak yavrum, geçen hafta komşumuzun çocuğu doğdu. O çocugun kulağına ben ezan okudum, hatırladın mı?"

- Evet, dedeciğim.
- İşte o ezanın namazı yoktur, sen de gördün ki namaz kılmadık.
- Haklısın dedeciğim, şimdi fark ettim.
- Pekiyi geçen ay dayın vefat ettiğinde onun cenazesini bizim camiye getirdiğimizde sen de vardın. Hatırlarsan dayın için cenaze namazı kıldık hep beraber.
- Evet dedeciğim, yengem cok ağlamıştı.
- Dikkat ettiysen o namaz için ezan okunmadı, çünkü cenaze namazının ezanı olmaz.

Aslında cenaze namazının ezanı merhum dayın doğduktan sonra minik bir bebekken kulağına okunmuştu diye düşünebilirsin. İşte yavrum hayatımız bu namazsız ezanla başlar ve bu ezansız namazla sona erer, ama bu sona eriş bir başka baslangıca işaret eder.

"Hayat, EZANLA NAMAZ ARASI KADAR SÜRER"

Sakin sana verilen ömür sermayesini ziyan etme yavrucuğum.
Ömrünü hayırlı işlerle dolu dolu geçir, bir nefes bile boşluk bırakma!

 
    
Öyleyse Yetimi Sakın Ezme...

“Allah’a ibadet edin ve O’na hiçbir şeyi ortak koşmayın. Ana babaya, akrabaya, yetimlere…iyi davranın.” (Nisa-36)


Sıcak bir aile yuvasına ve şefkatle bakan bir çift göze hasret nice kimseler vardır. Bunlardan biri de yetimlerdir.Yetimler toplumlara


Allah’ın birer emanetidir.


İslam dini yetimlerin korunup gözetilmesini emreder. Onları sevmek, haklarını korumak, güler yüz ve tatlı dil ile ilgi göstermek dinimizin emridir. Yetimlerin tahsil ve terbiyeleriyle uğraşmak, topluma kazandırmak hepimizin görevidir.


Kur’an-ı Kerim yetimlerin himaye edilmesi, haklarının korunması ve terbiye edilmesi konusunda çok hassasiyet gösterir. Yüce Allah Kur’an-ı Kerim’de kendisine ibadet edilmesini emrettikten sonra, yardım edilmesi ve iyi davranılması gerekenleri sıralarken ana-baba ve akrabadan sonra yetimleri zikretmiş ve şöyle buyurmuştur:


“Allah’a ibadet edin ve O’na hiçbir şeyi ortak koşmayın. Ana babaya, akrabaya, yetimlere iyi davranın.” (Nisa-36)


Yetimler asla incitilmemeli, mağdur edilmemeli ve azarlanmamalıdırlar. Yetim malına çok dikkat edilmeli, mallarına ve haklarına kesinlikle el uzatılmamalıdır.


Yüce Allah Kur’an-ı Kerim’de:


“Haksızlıkla yetimlerin mallarını yiyenler şüphesiz karınlarına ancak ateş tıkınmış olurlar; zaten onlar alevlenmiş ateşe gireceklerdir.” (Nisa-10)


Sevgili Peygamberimiz (s.a.s) de fertleri ve milletleri mahveden yedi günahtan birinin “yetim malı yemek” olduğunu haber vermektedir.


Sevgili Peygamberimiz (s.a.s) de bir yetimdi. Kur’anı Kerim de Peygamberimiz’e hitaben: “O, seni yetim bulup barındırmadı mı?” (Duha-6) buyrulmakta ve “Öyleyse yetimi sakın ezme” (Duha-9) diye emredilmektedir.


Peygamber Efendimiz yetim kalmanın ne olduğunu çok iyi biliyordu. O yetimleri çok sever, onlara kol kanat gererdi. Ayrıca sahabeye de yetimlere iyi davranılmasını ve haklarının korunmasını emrederdi. Sevgili Peygamberimiz (s.a.s) bir hadisi şerifinde:


“Kim bir yetimin başını Allah rızası için okşarsa, elinin değdiği her kıl için kendisine sevap verilir” diye buyurmuştur. bir başka hadisinde de: “Yetimi görüp gözetmeyi üzerine alan kimseyle ben cennette işte böyle (iki parmağıyla göstererek) yan yanayız” buyurmuştur.


Yetimleri itip kakmak, onları hor görmek cahiliye adetlerindendir. Bizler kanımızdan kan-canımızdan can olan çocuklarımızı nasıl seviyor ve okşuyorsak, nasıl öpüyor ve kokluyorsak, nasıl bakıyor ve koruyorsak yetimlere de aynı his ve duygularla davranmalıyız.


Zira Müslümanlar olarak biliyoruz ki:


“Kim bir hayat kurtarırsa bütün insanlığı kurtarmış olur.” (Maide-32)


Selam ve dua ile…
 
    
Seven Razı Olur


Hz Musa (as) bir münacatinda , Allah Teala’ya, Ey Rabbim, kulların içinde hangisi sana daha sevimlidir?” diye sordu Allah Teala,


“Sevdiğini elinden aldığımda bana teslim olan ve isyan etmeyen kimsedir” diye vahyetti Hz Musa (as),


“Ya Rabbi, kulların içinde en çok kime gazap edersin?” diye sordu; Allah Teala şu cevabı verdi:


“Bir işte önce hayırlısını benden isteyip bir hüküm verdiğimde takdirime kızan kimsedir” (1)


Allah Teala kudsi bir hadiste şöyle buyurmuştur:


Kim benim hükmüme rıza göstermez, verdiğim musibete sabretmezse benden başka bir Rab arasın”(2)


(1) Ebu Talib el-Mekki, Kalplerin azığı, 3/173 , Gazali, İhya, 5/65
(2) Beyhaki, Şuabul İman, nr200; Taberani, el-Kebir, 22/321; Heysemi, Mecmaüz Zevaid, 7/207; Süyuti, es-Sagir, nr6009, 6010,9027
 
    

Gülün Yolculuğu..


Bu yolda gidenler öyle iyi bilir ki Gülün Yolculuğunu…
Haydi bilmeyenlerle bir yolculuğa çıkalım beraber…

Önce bu yola talip olmak gerekir, yoksa gülden başka çiçeklerde var, dikensiz,isteyen onlara gidebilir…
Ama madem yolun gülün yolculuğuna benziyor, talebin onu istiyor, o zaman hazır ol, karşılaşacaklarına…
Yola başladık…


Yol dikenli, başladı bile seni incitmeye, canından can kanından kan damlar sızım sızım…
Yılmak yok devam,bak senden önce giden kardeşlerin var,
onlarda gidiyor ayakları kanaya kanaya, yürekleri sızlaya sızlaya…
Bak ufukta yeşil yapraklar var bunlar senin ailen,dostların sevdiklerin,
Çok sevdin hepsini değil mi?
Varını yoğunu vermek istedin, canını isteseler verirdin,
o kadar çok sevdin ,
çünkü hamurunda SEVGİ vardı,
VEDUD esması ağır basıyordu yaradılışında…
Bazen boynu bükük ayrıldın onlardan yada, onlar senden…
Bak yol devam ediyor ,gülün dalı uzun daha ,demek ki bitmedi bu yol daha…


Yine mi dikenler, ahh kanattı yine ayaklarımı .. olsun, alıştım acılara varsın kanatsın, yansın yüreğim…
Ağlarsın kimsenin görmediği yerlerde, ağlarsın doyasıya, yağmur olur söndürür yanan yüreğinin acılarını…
Elbet vardır bu yolun üzerinde olmamızın bir sebebi, Mevla’m hiç bir kulunu boş yere bir yerde bulundurmaz vardır bir hikmeti.


Yine kanıyor yüreğin
Artık ümidini kaybetmek üzeresin…
Oda ne farklı bir şey çıkıyor önüne, bu karşılaştığın yapraklara benzemiyor,bu farklı, sanki içinde bir sır saklıyor gibi…


Aman ALLAH’ım bu ne güzellik, nereye geldim ben, dersin…
Nedir bu kat kat kırmızı perdeler neyi anlatıyor sırrı nedir???…
Zorluklardan sonra gelen
ALLAH SEVGİSİ bu, ALLAH SEVGİSİ …


ALLAH’ı sevdin mi, ALLAH (c.c.) seni sevdimi kuluna eza etmez artık …
Rabbimiz (c.c.) bize dünyada iyiyi ahirette de iyiyi ver ve bizi ateşin azabından koru ..
Gönüllerimizi bilen Sen’sin, duâlarımızı kabul eyle Rabbim (c.c.) amin
 
    
Her Vesile O’na (C.C.) Yol Bulur


“Hayatı öğrenmenin iki yolu vardır. Uzun olanı kitaplardan, kısa olanı aşktan geçer.”

HAYAT İNSANI HALDEN hale çevirir, bir gününüz bir diğer gününüzle asla bir olmaz. Ancak kimi zaman insan bu hakikatten gaflet eder de, tesbih taneleri gibi birbirinin eşi benzeri günler yaşıyorum sanır. Yoksa gökte ay nasıl her gün değişirse, insan da her gün hayatının başka bir sayfasını okur. Her günün dersi ayrı, ibreti ayrı, nimeti ayrı, külfeti ayrıdır. Allah günleri çevirir.
Aşk çok keskin bir tat bırakır insanın ağzında. Su içseniz, ekmek yeseniz, konuşsanız, sussanız geçmeyen bir acı tattır aşkın tadı. Ancak bu acı iştahı arttırır olsa gerek ki, insan yedikçe doymadığı lezzetler gibi aşktan lezzet alır. Aşk canınızdan bezdirir, aşk canınızı alır, yine de onu seversiniz, çünkü sizi Yüce maksudunuza ulaştırır. Aşk keskin acıyı, bayıltan bir tatlıyla karıştırmış bir sihirli macun, ızdırap verdikçe yetkinleştiren bir nimettir.

Bazen aşk bahçelerinde seyran eder insan, meyvelerine dokunur, koparır ve yer, bazen meyveleri sadece seyreder. Zira başkasının bahçesindedir onlar, izinsiz yenemezler. İzinsiz meyve koparmanın acısını ta içimizde, ceddimizde, genlerimizde biliriz. Atamız Adem’i bize verdiği bu ders için rahmetle yad ederiz. Hasretle iç çekerek seyrederiz hayatın memnu meyvelerini, tükenen güzelliklerini, batan güneşlerini. Dünya memnu meyvenin ta kendisidir. Hem verilmiş hem alınmıştır. Her önümüzdedir, hem yasaklanmıştır. O sadece gerçek Sevgiliyi anlatmak için kurulmuş bir film platosudur. Filmi perdeden izler ama perdeye dokunmazsınız. Mecazi aşklar da böyledir. Kavuşursanız son bulur, ayrı kalırsanız ebedi olurlar.
Bazen bir zindan olur aşk insanın bağrında, sizi yukarıda bir delikten içeri bırakır, karanlık bir dehlizde tutar, güneşi sizden kıskanır, en hayat dolu olduğunuz evrede sizi iç dünyanıza diri diri gömer. Taş kırdırır, duvar ördürür, iş yaptırır, Aynı yerde tekrar tekrar volta attırır. Bu tutukluluk hali sevdiğiniz sizi azad edinceye dek sürer. Azatname daima maşukun belinde durur. Maşuk uzaklardadır. Maşuk her gün bir iş başındadır. Maşuk sizi kalbinden bir kementle bağlamıştır, nereye giderse hayalinizi de beraber sürükler. Ta ki siz o, o siz olun da ipin çekilişindeki sızı bitiversin ister. Kölelik o vakit gönüllü olur, köle o zaman kul olur. Aşk insanı abd kılar. Tüm meyillerinize sevgilinin arzusunu takar. Tüm yönelişlerinizi O yönlendirir. Atarsanız O atar, bakarsanız Onun basiretidir size eşyanın hakikatini gösteren. İşittiğiniz her ses ona söylenmiş kasidelerdir. Bildiğiniz her şey onun öğrettikleridir. Yüzünüzdeki her çizgi onun çiziktirdikleridir. Ağzınızdan dökülen her isim Onun ismidir.

Ayrılık ölümden daha acıdır. Sevgilinizden bedenen ayrı, mekanen ayrı, zihnen ayrı olursunuz. Ayrılık tevhid etmek isteyen kalbe çok ağır gelir. Hiçbir şey size onun rızası hakkında bir delil getirmez. Hiçbir şey onun hoşnutluğundan haber vermez. Kalbiniz umutla doludur. Ancak kalbinizi ısıtacak bir ses yoktur. Zan üzere beklersiniz, kapıda diz çökersiniz. Zan ki asla bilginin yerini tutmaz. Siz sevildiğinizi emniyetle bilmek istersiniz. Bu senet size verilmez. Reddedilseniz de gidecek başka yer olmadığının derin sarsıntısı ile secde edersiniz. Beden kafesiniz, gözler körlüğünüz, akıl pranganız olur. Görmek istediğinizi göstermedikten sonra gözü neyleyesiniz? Ayaklarınızla yerde, kalbinizle gökte olmaktır aşk. Kanatlarınız olmadığı için çekilen bir “ah”tır. Amansız bir bekleyiştir.
Her vesile O’na yol bulur. Her cümle Ona işaret eder. Her nesne Onu gösterir. Her bahane Ona yöneltir. Göz başkasını görmez, kalp başkasına yönelmez. Zira Ondan başka bakılmaya değer bir şey bulamazsınız. Yıldızlar Onun gözleridir. Çiçekler Onun kokusu. Huzur Onun göğsüne yaslanmaktan ibarettir. Zikir Onu aklından bir an dahi çıkaramamaktır. Her anın mektubu Ondan bir şey söyler. Her haliniz Onu anlatır. O sizinle konuşmazsa, helak olursunuz. Peçe kalkmaz Cemal görünmezse kahrolursunuz. Bazen O güzel cemalinden bir cilve gönderir de sizi sarhoş eder. Umudunuzu tazeler. Tebessümü ile sizi helaketten naim cennetlerine çıkarır. Cennet Sevgilinin yüzünüze bakmasıdır. O bir bakışı ile sizi sonsuzlaştırır. O bir bakışı ile seve seve yok olduğunuz Zat’tır. Aşıkın yokluğu sonsuzluğunun mukaddimesidir.

“Ayrılığı bulsaydık ona kendi acısını tattırırdık” der ya İbn Arabi. Hakikaten bu zehir can alır, sevgili canınızı ister sizden, can bedeli olarak size muhabbetini bahşeder. Hayatınızdan hiçbir şeyi Ondan esirgeyemezsiniz. Onu küstüremezsiniz. Ayrı kalmakla insan kemal bulur. Ayrılıkla müştak olduğunun hakikatine vakıf olur. Vuslat, ayrılıkla mana bulur. İnsan kavuşabilsin diye şu ruhu sıkıştıran arza terk edilmiştir. Kavuşmak da ancak terk ile mümkündür. Hayat insana tam kavuşacağım derken engel çıkaran, önüne taş koyan bir muammadır. Duvarın önünde kalakalırsınız, her imkansızlık aslında Ona sevginizi ispat için bir imkandır. O tam bir acz içinde olanlara gülümser. Onu kucaklayamayacağınızı idrak ettiğiniz ve gözyaşlarınızı tükettiğiniz an kucaklandığınız andır.

“Yusuf’um gelse Kenan bulunmaz” diyen şair ne güzel söylemiş. Yusuf’a kavuşmak Kenan diyarında değildir. Yusuf cennet misal Mısır’a gittikten sonra bir daha Kenan’a dönmez. Yusuf Kenan çöllerine yakışmaz. İnsan dünya çölünde vuslatı bulamaz. Yusuf’a kavuşmak Mısır’a gitmekle olur. Sevgiliye kavuşmak için dergahına gidilir. Aşık sevgilisini ayağına çağırmaya, kendi dar dünyasına hapsetmeye, zindanına sokmaya ar eder. Sevgili edepsizin yüzüne bakmaz. Zira edepsiz adamdan aşık olmaz. Züleyha’ların biricik engeli edepsizlikleridir. Yusuf’a “Gel” denilmez. Yusuf’un ayağına gidilir. Zira o cemalin azam tecellisidir. Yakup’ların biricik sığınağı ise sabırları ve edepleridir. Yusuf’a kavuşmak ancak Yakub gibi gözleri kapanana dek ağlasa da umudu korumakladır. Cemalin Celalle birlikte tecelli ettiğini bilmekle, gözyaşlarını çorak toprağına salmakla çöl katlanılır bir yer olur.

Sevgilinin hakikatine varanlar onun toprak koktuğunu bilirler. Faniliğini, gidişini, ayrılışını, gurubunu daha yanlarında iken hisseder hüzünlenirler. Toprak candır. Toprak nefsin ve cesedin kuruduğu mekandır. Toprak gerçek hayata açılan bir menfezdir. Toprak isimlerin fışkırdığı mekandır. Toprak aşıkların her yerlerine bulamadan geçemeyecekleri biricik gerçektir. Ebu Turab (toprak babası) Ali’nin sıfatıdır. Nasıl ki cemal-i Mustafa’ya Ali kapısından vasıl olunur, cemal-i ilahiye de toprak kapısından dahil olunur. Toprak Esma-ül Hüsnanın giriş kapısıdır. Bunun için toprak da, topraktan olan da, toprakta olan da güzeldir. Bu yüzden ölenlere “ölmüş” demeyiz, “alem-i cemale gitmiş” deriz. Toprak insanın fazlaca ayrı kalmaya dayanamadığı başlangıç noktasıdır. Aşkını gömenlerin gelip gelip konuştukları yarleridir toprak. Abidlerin alınlarındaki secde izidir toprak. Efendimizin(sav) bizi tanıması alametidir yüzümüzdeki toprak. Aşkın ateşi toprağa gömülmeden nura dönmez. Hiç kimse toprakla barışmadan sevgilisine kavuşamaz.

Kalbi olan kalpten ölür. Kalbi olanlar ölmeden ölürler zaten. Ayrılıktır kalbin sızısı. Her tecellide bir daha dirilir, her gurubda bir daha ölür aşık. Şehid gibi doymaz yari için yeniden yeniye ölmeye. Sahib-ül kalb sevgilisini kalbine gömer, başında bir ömür mezar taşı olup bekler. Alnında yazılı olan sevgilisinin adıdır. Onun kendine mahsus bir adı yoktur artık. Leyla peşinde ömür tüketenlerin adına Mecnun derler. Kimse Kays’ı hatırlamaz. Kays verilirse ancak Leyla alınabilir. Kalp topraktandır, akıl sudan, nefis ateşten. Kalbine aşkının ateşini tastamam gömebilenler “Aşıklar ölmez” sırrına vakıf olurlar. Aşk çekirdek dahi olsa sahibini kurtarır. Rabbi onu rahmetle sular, mağfiretle yıkar, cemali ile süsler, sevgisi ile kucaklar, büyütür. Kökü derinlerde, dalları semada intişar eden bir ağaç yapar. Sevgili kalpte kök salınca uzak-yakın bilinmez olur. Ben kalmaz O olur. Nefis çürür, cennet yeşerir. Cennetim beyaz çiçekleri güneşe dönük bir badem ağacıdır. Arzum sevgilinin vechine bakmaktır. Aşık için yüzünü nereye çevirse Sevgilinin vechi oradadır. Gerçekten değerli olan her şey acı ile pişerek elde edilir. Nur nardan, cemal celalden daha ziyade yakar. Ölümle tezkiye edilmiş bir aşk gözleri kör eden bir nurdur. Sadece insan bile bile pervane gibi yanmaya ve aşka talip olur.

Aşıklara selâm olsun…
 
    
Cömertliğin İmtihanı


Yemen hükümdarı, oldukça cömert idi. İhsanları her yere yayılmasına rağmen, Hatim-i Tai’nin cömertliğinden bahsedilmesine tahammül edemez. Sarayında herkese büyük bir ziyafet verir. Zengin fakir herkes yer. Halkın, (Hükümdarın ziyafeti ne kadar muhteşem oldu, neredeyse Hatime yaklaştı) dediğini duyunca, Hatim sağ kaldıkça, cömertlikte birinci olmasına imkan olmadığını anlar, onu öldürtmeye karar verir. Çok güçlü bir genç bulup eline yirmi altın verir. İşi bitirince de, yirmi altın daha vereceğini söyler.

Genç, sora sora Tay kabilesine kadar gelir. Güler yüzlü, kendisi gibi yiğit bir gençle karşılaşır. Bu sevimli genç (Hoş geldin yiğit. Çok yorgun olduğun anlaşılıyor. Bu gece misafirim ol!) diyerek evine götürür. Gece, misafirine çok ikram ve ihsanda bulunur. Sabah olunca, misafir gitmek isteyince, birkaç gün daha kalmasını ısrar eder. Misafir der ki:

- Çok önemli bir işim var. Bir an önce gitmem gerekir.

İyilik ve hizmet etmekten zevk duyduğu anlaşılan ev sahibi der ki:

- İşin nedir, sana acaba bir yardımım dokunabilir mi?

- Ey asil kişi, sen çok cömertsin, iyilik seversin, senden sır çıkmayacağı belli. Hatim isimli birini arıyorum. Acaba tanıyor musun?

- Hatim ile ne işin var?

Misafir, niçin geldiğini anlatıp der ki:

- Bu işte bana yardımcı olman mümkün mü?

- Elbette mümkündür. Yalnız bu iş pek kolay olmaz. Dediklerime uyarsan tereyağından kıl çekmiş gibi zahmetsiz olur.

- Ne yapmam gerekir?

- Hatim de senin gibi yiğit biridir. Belki öldüremezsin. Ben sana onun yerini tarif edeyim. Ancak öldüremez de iş meydana çıkarsa, yerini söylediğim için beni öldürebilir. Bu bakımdan benim ellerimi, ayaklarımı bağla. Zorla söylettiğin anlaşılsın.

Misafir, ev sahibinin elini, kolunu, ayaklarını iyice bağladıktan sonra sorar:

- Hatim nerede?

- Hatim denilen kimse benim. Madem benim başım senin işine yarayacak, ne diye onu vermiyeyim? Misafirin arzusunu yerine getirmek, gönlünü etmek benim en büyük arzumdur. Hemen öldür, kimse duymadan buradan git!

Genç, neye uğradığını şaşırır. Hemen Hatimin ayaklarına kapanıp der ki:

- Sana gül yaprağı ile vuran kalleştir. N’olur beni bağışla!..

Genç, helalleşip oradan ayrılıp hükümdarın huzuruna çıkar. Olanları anlatır. Hükümdar da, iyiliksever, cömert olduğu için hatasını anlayıp (Taşıma su ile değirmen dönmez. Cömertlik mal ile değilmiş. Hatimin cömertliği yaratılışından, fıtratından, güzel huyundan ileri geliyormuş. Sen verilen görevi fazlasıyla yerine getirdin) diyerek yirmi yerine kırk altın verir.
 
    
Güzel Ve Çirkin



Bir gün Güzellik ve Çirkinlik bir deniz kıyısında karşılaştılar. Ve
'' Hadi, denize girelim''dediler, Giysilerini çıkartıp sularda yüzdüler.


Bir süre sonra, çirkinlik kıyıya dönüp Güzelliğin giysilerine büründü ve
yoluna gitti. Güzellik de denizden çıktı; ve kendi giysilerini bulamadı;
ama çıplak olmak utandırıyordu onu; çaresiz Çirkinliğin giysilerine büründü.



Yoluna devam etti Güzellik. O gün bügündür erkekler ve kadınlar onları
birbirine karıstırır. Ancak içlerinden Güzelliğin yüzünü önceden görmüş
kimileri vardır ki, giysilerine bakmaksızın tanırlar onu.


Ve yine
Çirkinliğin yüzünü bilen kimileri vardir ki, giysi onu gözlerinden
gizleyemez..
 
    
20 KURUŞ

Londra’da bir camiiye yeni bir imam gönderilmiş.


Adam şehre gitmek için hep aynı otobüse biniyor ve
çoğu zaman aynı şoföre rastlıyormuş.


Bir gün, bilet alırken şoför yanlışlıkla 20 kuruş fazla vermiş.
İmam yanlışlığı oturup parasını sayınca fark etmiş.
Kendi kendine düşünüyormuş
”20 kuruşu geri versem mi şoföre?..”diye
ama içinden bir ses diyormuş ki
“Çok gülünç bir sayı ve şoförün umrunda değil.
Otobüs şirketi çok para kazanıyor zaten…
Sadece 20 kuruş onlara bir şey yapmaz.” Ve bu parayı saklayabilir diye düşünmüş
Allahtan gelen bir hediye gibi…


İnecegi durağa gelince, imam kalkmış ve fikrini değiştirmiş,
inmeden önce şoförün yanına gitmiş,
20 kuruşu geri vermiş ve:
“Paranın üstünü fazla verdiniz.”demiş.


Şoför gülümsemiş ve demiş ki : “Siz camiinin yeni imamısınız değil mi?
Aslında uzun zamandır sizi ziyaret etmek istiyordum caminizde,
islamı öğrenmek için.
Ve bilerek size fazla para verdim
nasıl tepki vereceğinizi görmek istedim.”


İmam inerken artık bacaklarını hissetmiyormuş,
yere yığılacakmışki,
bir direğe tutunmuş ve kendine gelmeye çalışmış,
gözlerinden yaşlar dökülerek gökyüzüne bakmış ve demiş ki:


“Allahım az daha islamı 20 kuruşa satıyordum!..”


Unutmayın ki belki de bugün siz,
Müslüman olmayan insanlar için dinimizi tanıtan yegane kişisiniz.
 
    
Gül Bahçesi


Bir gezginin yolu günün birinde bir bahçeye düsmüs. O bahçede yalniz gül yetisirmis. Birbirinden narin ve zarif güller. O güller kadar zarifve latif bir hatun kapi onünde duruyormus.



GEZGIN: hatuna hayranlik ve saygi ile yaklasip kendisini takdim etmis. Ve hatundan adini bagislamasini istemis.HATUN: Bana SEVGI derler.
GEZGIN: Sevgi hatun burada yalniz mi oturuyorsunuz?SEVGI: Hayir esimle beraber oturuyoruz. Ona iLIM derler. Su anda bahçede çalisiyor. Bikmaz yorulmaz bir kisidir.GEZGIN: Bahçeyi dolasmama izin var mi?
SEVGI: Hay hay…lütfen ayakkabilarinizi çikarin da SAYGI dedigimiz su mesleri giyiniz. Onlar öylece konusurken iLIM çikagelmis. Bahçeyi birlikte dolasmaya baslamislar.
SEVGI önde ILIM ve GEZGIN arkada yürüyorlarmis. Her gülün bir adi varmis.
MUTLULUK, HOSGÖRÜ, SABIR, KANAAT, ADALET, IRADE, SEFKAT,MERHAMET, AKIL, HIKMET, KUDRET, SAMIMIYET, TEVAZU, FAZILET VE……..
Bu kadar çesitte ve bu kadar yogunlukta güzellik bu kadar bakim veözen, böylesine bir düzen karsisinda heyecanlanan ve hayrete düsen gezgin bahçivan ILIM efendiye sormus:
GEZGIN: Siz hangi gülün hangi isimde oldugunu bazen karistiriyor
musunuz?
ILIM: Bazen sasirdigim oluyorsa da, SEVGI hemen yardimima kosuyor, bana dogru ismi hatirlatiyor.
GEZGIN: Güllerin erip eristigi bu topragin bir özelligi var mi?
iLIM: Özelligi olup olmadigini bilmiyorum.
Bu topragi bize VEFA adinda bir dostumuz getirir.
VEFA dostumuzun dedigine göre, örnegin; MERHAMETLI bir insan görünce,ondan olusan topragi bize getirir, biz de onu MERHAMET gülünün altina serpiveririz veya SEFKATLI bir insan görünce ondan olusan topragi bize getirir, biz de o topragi SEFKAT gülünün altina sereriz ve bu böyle devam edip gider.
GEZGIN: Güllere asi yapiliyor mu?
ILIM: Elbette, HAYAL gülüne GERÇEK’i asiladik; ÜMIT gülü olustu.
IMAN gülüne HIZMET’i asiladik; TESLIMIYET gülü olustu.
HIKMET gülüne AKIL ‘i asiladik; IRADE gülü olustu.
Bu asilari sürekli yapmak zorundayiz.
Örnegin; o muhtesem ADALET gülüne KUDRET gülünü asilamazsak, ADALET hemen sararip soluyor. Aciz kaliyor. KUDRET gülüne ADALET’I asilamazsak, KUDRET gülünün topraginda ZULÜM böcekleri üreyiveriyor.
GEZGIN: Bu asilari siz mi yapiyorsunuz?
ILIM: Çelikleri ben hazirliyorum, ama asiyi koyup kovusturan esim
SEVGI dir.
O ILHAM kalemini eline alir, asilanacak varligin AKIL perdesini yumusak yumuasak aralar, böylece o varligin gönlüne ulasir, oraya asi çeligini bir güzel yerlestirir. Sonra da olusan bütün kader sicimi ile tatli tatli sarar. Bütün bu isleri, bu asamalari her seferinde ayni zevk ve heyecan içinde seyrederim. Sanki o anda ALLAH yanimizdaymis gibi…
GEZGIN: Tercih ettiginiz güller var mi?
ILIM: Aslinda yok. Fakat esim SEVGI; HOSGÖRÜ için ‘o benim bes duyumdur.’ der.
SAMIMIYET için, ‘o benim AHLAKIMDIR’ der.
TEVAZU için, ‘o benim EDEBIM dir’ der, ama ÜMIT’e fazlaca düskün galiba…
Zira ÜMIT için ‘o benim kanimdir’ der durur…
Bir kaç gün sonra gezgin bir kasabaya varmis. Bir kahvehaneye girmis.
Burasi oldukça tenha imis. Kuytu bir kösede bir kisi oturuyor ve çay içiyormus. Gezgin bu zata yaklasmis, yanina oturmus, kendisini takdim etmis, adini bagislamasini dilemis….
O zat demis ki: ADEM: Bana ADEM derler.
Gezgin basindan geçenleri; gül bahçesini, iki soylu bahçivani,
konusmalari anlatmis. Adem dinlemis.
Sonunda demis ki: O bahçeye INSANLIGIN OLGUNLUK BAHÇESI derler.



Sevgiyle kalın inş.
 
    

Azad Edilen Köle



Birisi bir köle satın aldı. Bu sırada köle, kendisini satın
alan efendisine dedi ki:


"Senden üç şey istiyorum:

1- Vakti girince benim namaz kılmama
mâni olmayacaksın.

2- Beni gündüz çalıştıracaksın, fakat gece asla
meşgûl etmeyeceksin.

3- Bana bir oda yaptıracaksın. Oraya benden
başkası girmeyecek."


Satın alan şahıs, kölenin bu isteklerini kabûl etti. Köleye bir
oda gösterdi. Beğenip, beğenmediğini sordu. Köle de beğendiğini
söyledi. Efendisi ona; "Bu harab odayı niçin tercih ettin" diye
sorunca, köle; "Efendim! Allahü teâlânın ismi şerîfleri anılıp, O' na
ibâdet ve tâat yapıldığı harab yerler, güllük gülistanlık olur"
dedi. Köle gündüz işlerini bitirdikten sonra akşam olunca odasına
girerdi. Efendisi bir gece onun sabaha kadar ne yaptığını öğrenmek
için, köleden habersiz odanın bir köşesine gizlendi. Gece olunca
köleyi ta' kib etmeye başladı. Kölesinin secdeye varıp şunları
söylediğini duydu: "Yâ İlâhî! Gündüz efendimin hizmetinde bulunmak
zorundayım. Eğer böyle bir meşgûliyetim olmasaydı, gece-gündüz sana
kulluk ile meşgûl olurdum. Bu bakımdan beni af et, yâ Rabbî!"


Efendisi köleyi fecr doğuncaya kadar ta' kib etti. Fecr doğunca,
tavanda asılı olan kandil kayboldu. Efendisi odasına gidip durumu
hanımına anlattı. Ertesi gece köleyi görmek için hanımıyla beraber
gitti. O gece de aynı şeyleri gördüler. Ertesi gün köleyi çağıran
efendisi; "Gündüzleri de Allahü teâlâya ibâdet edebilmen için ve
Allahü teâlânın rızâsına kavuşabilmen için seni azâd ettim. Bundan
sonra sen hürsün" dedi. Geceleyin gördüklerini köleye anlattı. Köle

bunları efendisinden duyunca; "Yâ Rabbî! Ben hâlimin kimse
tarafından bilinmemesini istiyordum. Şimdi ise bunlar benim hâlimi
öğrendiler. Bunlardan başkasının hâlimi öğrenmemesi için canımı al,
yâ Rabbî!" diye duâ edince o anda vefât
etti."
 
    

Rengi Neden Sana Benzemez ki Güllerin


Uyanmak nedametinden nefsin… Çıkarmak tene değen lekeyi… İki damla gözyaşı senin için akıtılmışsa neleri temizlemez ki? Muzır hesaplaşmaların bayağı sulara gömülmesi ve halisane bir tövbenin değmesi lisanımıza… Ve kurtulmak avunmalardan, avutmalardan çoğu zaman. Yenildiğimizi sandığımız zamanlarda aşklardan, senin yanına yürümek cesurca. Ruhumuzda yaylım ateşi, kilit vurulmuş yüzler etrafımızda. Sesinin geldiği yöne doğru koşmak yeniden…
Hatırlamak seni incitenleri. Ve onları hâlâ sevmediğimizi… Topraksız kalışını gülistanımızın… Bülbüllerin gamını… Bu topraklarda gül yetiştirmenin artık zor olduğunu… Rengi neden sana benzemez ki şimdi güllerin? Neden Yusuf gülümsemez ki, Züleyha’ya? Ahengini kim bozar bu eşref saatinin? Çözmek zamanın esrarını… Sabretmek Eyyub gibi… Neden paylaşılmaz ki sabrın lokması şimdilerde? Beklemeye üşenen sabahlarımız var bizim. Gecelerimizi hastalık hastası eden yalnızlığımız var. Kim dağıtır bu sabırsız uykuyu senden başka? Esrarını Hud Suresi’nin kim anlatır bize? Seni neden kocattığını? “Ey arz yut suyunu ve ey sema açıl.” Şimdi tufan sonrası… Tufan yeri bu yürek… Nuh peygamberin duası bu yüreğe derman. “Bilmediğimi istemekten sana sığınırım. Sen bana mağfiretini reva görmez, rahmetini vermezsen ben hüsrana düşenlerden olurum.” Ve sen Efendim, senin sözün gönlümüze ferman. “Allah’a ibadet ve tevekkül edin."
 
    
Bir Hacer Telaşı Vardır Annelerin Yüreğinde


Annelerin kalbinde hep bir hacer telaşı vardır. Koşturur ömrünce fedakarca, yılmadan, yorulmadan son nefese dek verir seve seve ömrünü, gerekirse ruhunu feda eder. Hacervari aşkla koşar ‘’İsmaillerim susuz kalmasın!’’ diye. Bir yanım İsmailce bir yürek , oynayan çocukça, masum, kırılgan, sevilmeye ve şefkate aç, bir tarafım hacervari İsmaillerin masum yüreklerinin derdiyle gam dolar, onların rahatını düşünmekten yorgun düşer..Bir yanım hep hacervari koşar dünya telaşında, bir yanım ''Masumlar susuz mu, giydirilmeye, doyurulmaya muhtaç mı, sevgiye aç mı?'' diye düşünmekten yorgun hislerim.


Dua dua ağlar bir yanım yalnızlık seherinde gecenin bir yerinde arar bulur bir hüzün duman duman olur da kederimi kadere yükler, ''Bu da bir imtihan'' der, ağlayan yüreğime aldırmadan yüzümde bir tebessüm, gözyaşlarımı saklar masumların görmesini istemem..''Vardır bir hayır ..'' der, O'nun kapısında bir çocuk gibi sızlanır, nazlanır Hak kapısından ayrılmam..Her halimi göreni bilir, bulur yüreğim


Bir yanım hacervari yiğittir, annelik yiğitlik gerektirir ; yavrusu, ciğerparesi için her şeyi göze alır, İsmaillerin, masumların susuzluğuna, sıkıntısına dayanamaz anne yüreğim...Aşılması gereken engellerse aşmaya bir yol bulur diğergam yüreğim. Çok haksızlığı görmezden gelir, çok şeyi görmezden gelmekmiş kaderim. İbrahim'in gidişine, ''Bizi kime bırakıp gidiyorsun?'' diye sorunca, ''Hacer sizi Allah 'a bıraktım.'' demenin teslimiyetinde teselli arar dururum .Ve sabra Zem Zem sunulur, KABE VE MEKKE ŞEHRİ kurulur.


Annelik şefkati arttıkça yiğitleşir İsmailler için, hacervari bir ömür çırpınır ruhum

Şefkati arttıkça her gördüğü çocuğa kanı kaynar annenin, anne sıcaklığıyla gözleriyle okşar sarar


ANNELERİN DEĞERİNİ BİLMEK...


MEVLAM HACER VALİDEMİZE YÜKLEDİĞİ AĞIR İMTİHANI BİZ ACİZ ZAYIF KULLARA YÜKLEMESİN.

AMİN..
 
    

Allah’ım Nefsimi, Sana Teslim Ettim


Ya nebi akıp giden zaman içinde bir kafesteyim....

Kurumuş nurdan amelde ise ahesteyim

Kabrim beni bekliyorken ben dünyalık hevesteyim..

Uyandır beni Rabbim belki de son nefesteyim…


Allah’ım nefsimi sana teslim ettim, yüzümü sana çevirdim, işlerimi sana emanet ettim, sırtımı sana dayadım. Senin rahmetinden ümitvârım, gazabından da korkuyorum. Senin ikabına karşı, senden başka ne sığınak var, ne de kurtarıcı.”
“Allah’ım! Seni hamdinle tenzih ederim, Senden başka ilah yoktur. Günahım için affını dilerim, rahmetini taleb ederim. Allah’ım ilmimi arttır, bana hidayet verdikten sonra kalbimi saptırma. Katından bana rahmet lutfet. Sen lutfedenlerin en cömerdisin.”
“Allah’ım sen yedi semanın Rabbi, Arş-ı âzam’ın Rabbisin. Sen bizim Rabbimiz ve her şeyin Rabbisin. Tevrat, İncil ve Furkân’ı indiren, tohum ve çekirdekleri açansın. Her şeyin şerrinden sana sığınıyorum. Her şeyin dizginleri senin elindedir. Evvel sensin, senden önce bir şey yoktur. Ahir sensin, senden sonra da bir şey kalmayacak. Sen zâhirsin, senin üstünde bir şey mevcut değildir. Sen bâtınsın, senin dışında bir şey yoktur. Benim borcumu öde, beni fukaralıktan kurtar, zengin kıl.
“Allah’ım! Senden işte (dinde) sebat etmeyi, doğruluğa da azmetmeyi istiyorum. Nimetine şükretmeyi, sana güzel ibadette bulunmayı taleb ediyor, doğru konuşan bir dil, eğriliklerden uzak bir kalb diliyorum. Allah’ım, senin bildiğin her çeşit şerden sana sığınıyorum, bilmekte olduğun bütün hayırları senden istiyorum, bildiğin günahlarımdan sana istiğfar ediyorum! Allah’ım! Sen affedicisin, affı seversin, beni affet.”
“Allah’ım! Senden sevgini ve seni sevenlerin sevgisini ve senin sevgine beni ulaştıracak ameller taleb ediyorum. Allah’ım! Senin sevgini nefsimden, ailemden, malımdan, soğuk sudan daha sevgili kıl. “
“Allah’ım bize dünyada da, ahirette de hayır ver, bizi cehennem azabında koru”
“Allah’ım! Acizlikten, tembellikten, korkaklıktan, düşkünlük derecesine varan ihtiyarlıktan, cimrilikten sana sığınırım. Kabir azabından, hayat ve ölümün fitnesinden sana sığınırım.”
“Allah’ım, huşu duymaz bir kalpten, kabul olmayan duadan, doymak bilmeyen nefisten, faydası olmayan ilimden, sana sığınırım. “
“Allah’ım Cehennem’ in fitnesinden ve Cehennem azabından, kabir fitnesinin şerrinden ve yoksulluk fitnesinin şerrinden ve Mesih Deccal’ın fitnesinden sana sığınırım.”
“Allah’ım! Peygamber’in Muhammed (s.a.v)’in senden istediği şeyin hayrından biz de istiyoruz ve Peygamber’in Muhammed (s.a.v)’in sana sığındığı şeyin şerrinden biz de sana sığınıyoruz. Yardımına müracaat edilen tek kapı sensin, eninde sonunda sana ulaşacağız, hiçbir güç ve kuvvet yoktur ancak tüm güçler senin elindedir.”
“Allah’ım haramlarından uzaklaştır, helal olana kanaat ettir. Lutfunla beni kimseye muhtaç etme.” “Allah’ım gazabından rızana sığınırım cezalandırmandan bağışına sığınırım. Senden sana sığınırım. Seni övebilecek kelimeleri bulamam. Sen kendini övdüğün gibisin.”

Âmin!


 
    
Kalbin İlk Gözyaşı Hay


Kalbinin ışığı yüzüne vuruyor… Hiç konuşmadan oturuyoruz bahçedeki taş havuzun kenarında… Tahta çitlerle çevrili bahçede yüzlerce çiçek ve üzerimizde o koskocaman gökyüzünde sallanan milyonlarca yıldız… Birdenbire çıkan rüzgâr havuzun yosun tutmuş yüzeyini dalgalandırıyor… Teni ürperiyor suyun… Beyaz nilüferler yer değiştiriyorlar suyun karanlığında…

Havuzun kenarında beyaz bir güvercin bekliyor… Fısıldıyor zihnime: “Kalbini aç ona, haydi durma… Kalbinde olan senin yüzünün ışığıdır ve bu dünyayı felaketlerden kurtaracak o nurun içinde yazılı olan saklı sözcüktür…”

Öteki gece, hayatın ışığına düşmandır… Şu an mutlu olduğumuz bu huzurlu gece değil, öteki! Hani sürekli bir karmaşa içinde yaşanan, ayaklarımızın altında toprağın artık görünmediği, üzerinde olması gerekenden daha fazla asfalt, beton, bina, insan ve aracın olduğu o sevgisiz şehir… Ve o şehrin üzerinde dolaşan elektrik yüklü manasız sözler…

Kalbin içi sessizdir… Kelimeler huzura uçarak gelirler… Kalbin berrak havuzunun çevresine konarlar… Kalbin cevherini kirletmelerine izin verilmez ters titreşimli kelimelerin… Güzel bir sohbet yapabilmek için kelimelerin önce iç seslerini susturmak, onları temizlemek, Hz. Âdem’e öğretildiği gibi o ilk hâllerine yeniden kavuşturmak gerekir…

Sonra o kelimelerle konuşulur seninle kalbinin içinden… O güzel havuzun çevresinde sohbet edersiniz… Gökyüzünde yıldızlarla birlikte uçuşur O’nun kelimeleri… Ve birden o musiki başlar…

Bütün kâinatta Kur-an’ın eşsiz sesi duyulur… O ses O’nundur… Çağlayan bir ırmak gibi akar gecenin karanlığında…

Ağlayarak secdeye kapanırsın… Bahçe seccaden olmuş, öteki gece artık kaybolmuştur… Birlenmiştir herşey… O ana kadar taş havuzun kenarından hiç ayrılmayan beyaz güvercin hayatın sırrını açıklar sana…

Kalbinin sahibi seni huzura beklemektedir…

Gözyaşlarını tutamazsın… Seneler hızla akar gider zihninde ve gözyaşın kadar bir senede huzura alınırsın… Dünyada akıttığın gözyaşlarının değeri o zaman anlaşılır… Bu hakiki yaşların içinde huzurda, bir çocuk gibi yeniden hayy olursun…

Hayy için atar kalbin… Gözyaşlarının hepsi O’na döner… Ama sen hâlâ dünyada, cennette o ilk günahı işlediğin andan itibaren kalbinden bu topraklara damlayan gözyaşının içinde bir mahkûm gibi beklersin… Ne zaman ki Allah (c.c.) seni affeder, işte o zaman yeniden başlar senin için hayat…

Ve sen daha bu dünyadan ayrılmadan O’na döndürülürsün…

Ölmeden önce ölür, Hayy olursun



 
    
Rabbin Adaleti Şasmaz


Bir acelesi olduğunu onu görür görmez anlamıştım. Sağanak hâlinde yağan yağmura aldırış bile etmiyor ve bükülmüş beline rağmen sağa sola koşuşuyordu.

Yanına sokularak: Hayrola teyzeciğim dedim. Bir derdiniz mi var?
Sıcak bir tebessümle:

-Buraların yabancısıyım evlâdım dedi. Hastahane tarafına gidecek bir araba arıyorum.

-Biraz beklerseniz aynı dolmuşa binebiliriz dedim. Oraya geldiğimizde size haber veririm.

Teşekkür ederek yanıma yaklaştı ve küçük bir çocuk gibi şemsiyemin altına girdi. Nurlu yüzü yağmur damlacıklarıyla ıslanmış ve yanacıkları pembe pembe olmuştu.

- Torunlarımdan biri menenjit geçirdi diye devam etti. Ziyaret saati bitmeden dolaşmak istemiştim.

Saatime baktıktan sonra:

-20 dakikanız var dedim. Hastahane yakın ama bu havada pek araba bulunmuyor.

Durağa herkesten önce geldiğimiz için dolmuşa da rahatça bineceğimizi zannediyordum. Ancak araba yanaştığında arkamızda duran 4-5 kişinin bir anda hücum ettiğini gördüm.

İçeriye doluşan ve arkadaş oldukları anlaşılan adamlara:

- İlk önce biz gelmiştik dedim. Sırayı bozmaya hakkınız var mı?

Ön koltukta oturanı:

- Hak istiyorsan Hakkâri'ye gideceksin arkadaşım dedi. Hem oradaki haklardan K.D.V. de alınmıyormuş.

Bu lâf üzerine attıkları kahkahalarla bindikleri araba sarsılmış ve sinirlerim allak bullak olmuştu.

Sakinleşmeye çalışarak:

-Ben biraz daha bekleyebilirim dedim. Ama şu ihtiyar teyzenin hastahaneye yetişmesi gerekiyor.

Bu defa şoför lâfa karışıp:

-Teyzenin arabaya falan ihtiyacı yok be kardeşim dedi. Okuyup üfledi mi hastahaneye uçuverir.

Tekrar kopan kahkahalarla birlikte araba uzaklaşıp gitti. Yaşlı kadına baktım tevekkülle susuyordu.

5-10 dakika sonra gelen bir başka dolmuşa onunla beraber bindim ve şoföre teyzeyi hastahanede indirmesini söyledim. Yaşlı kadın yapacağı ziyaretten ümitsiz görünmesine rağmen şikâyet etmiyordu. Üstelik trafik de yarı yolda tıkanıp kalmıştı.

Şoför:- Yolun bu durumu hayra alâmet değil dedi. Sebebini anlasam iyi olacak.

Arabayı çalışır vaziyette bırakıp ileriye doğru yürüdü ve biraz sonra döndüğünde:

- Kısmete bak yahu dedi. Bizden önce kalkan dolmuşa kamyon çarpmış.

Heyecanla: -Bir şey olmuş mu diye atıldım. Yâni yaralı falan var mı?

-Herhalde diye cevap verdi. Dolmuşta bulunanları teyzenin gideceği hastahaneye kaldırmışlar.

Göz ucuyla yaşlı kadına baktım. Solgun dudaklarıyla birşeyler mırıldanıyor ve sanki onlar için dua ediyordu.

Şöför
koltuğuna yavaşça otururken:
-Kısmet işte
diye tekrarlayıp duruyordu. Sen kalk koca bir kamyonla çarpış.. Hem de Türkiye'nin öbür ucundan gelen Hakkâri plâkalı bir kamyonla…
 
    
Hamd Ve Şükür Ancak Sana`Dır Ey Rabbim


Kulun yaptigi en muhim is,hic suphesiz Allah'a hamd etmektir.
Resulullah,hamd'in faziletini bildiren bir hadis-i serif'lerinde soyle buyururlar:
Allah'in kullarindan bir kul:
"Ya Rabbi! vechinin (yuzunun) celaline,
kudret ve hakimiyet'inin azametine layik sekilde

sana hamd olsun." dedi.
Bu hamd,kulun amelini yazmakla vazifeli iki melegi aciz birakti.Onlar bu hamd'in sevabini nasil yazacaklarini bilemediler.Semaya ciktilar ve:
"Ey Rabbimiz! Senin kulun oyle bir soz soyledi'ki,
sevabini nasil yazacagimizi bilemiyoruz" dediler.

Allah Teala Hazretleri,kulun soyledigi sozu en iyi bilen oldugu halde:
"Benim kulum ne soyledi?" diye sordu.
Melekler soyle cevap verdi: "Ey Rabbimiz! O kul su sekilde hamd etti:
"Yarabbi lekel hamdu kema yenbagi

licelali vechike ve liazimi sultanike."
Bunun uzerine Allah Teala o iki melege buyurdu'ki:
"Kulum bana kavusup'da ben onu,soyledigi soze (hamd'e) karsilik,
mukafatlandirincaya kadar,siz o sozu kulumun soyledigi gibi yaziniz!" buyurdu.


(Ibn-i Mace,Edep,55)




 
    
Yangını Alevle Yazdım


Her yalnız kalışımda
Gözpınarlarımdan dökülüyorsun
Yüreğimdeki alevlere damla damla…
Bu bir yangının hikayesi…
Alevlerin, değdiği yeri viraneye değil, gülbahçesine çevirdiği bir yangın hikayesi…
Yer : Gâlu Belâ
Başlangıç Tarihi : Ezel
Bitiş Tarihi : ……
Başlangıç Sebebi : Bir çift söz…
Ya da bakışları anlık kesişen, iki yalnız göz…Belki bir saatlik tefekkür…Belki de tefekkürle geçen bir ömür…
Asırlar boyu çözülemeyen bir muamma…Evet, belki çözenler var amma…Çözenleri anlayanlar bir- iki…Leyla ile Mecnun’u , Aslı ile Kerem’i ve dahi Hallac-ı Mansur’u kaç talihli anladı ki…
“Kün!.” “Ol” der ve olur…
Bu yalnız ve yalnız Allah’a ( c.c.) mahsustur.Eşref-i mahluk hep damla ile başlar bu yangına…
Öyle bir yangın ki, damlalar çoğaldıkça sönmez, alevlenir…Bazen damlaya damlaya göl olur, bazen de birdenbire çağıldayıverir…İstidat…Allah vergisi..
O (c.c.) , vermek istemeseydi, istemeyi vermezdi…
Kimileri öyle bir yanar ki, bir anda gönlü gül- gülistan olur…Kimileri ise bir türlü alevlenemez ve kendi dumanında boğulur…Dedim ya istidat meselesi…
Ve bu da YANMAYI İSTEYENLERE Allah’ın hediyesi…
Bu bir yangının hikayesi…Her İNSAN OLANIN gönlünde,alevlenmeye hazır bekleyen bir kıvılcımın,maya tutmaya hazır gerçek bir sevdanın hikayesi…Bilmem ki anlatmaya gücüm yetecek mi!…Yoksa ilk cümlede, söylemeye can attığım tüm kelimelerim, birdenbire bitecek mi?
Yak yüreğimi ey Yâr!…
Öyle bir yak ki
Cehennem alevlerimden ürksün!…
Ya Rab!… Kalemime ve kelamıma güç ver Sen bir mücrime bile Gerçekleri söylettirecek kadar büyüksün!…
” BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM “

Aşk gözlerimden aktı ruhuma…Ruhların yaratıldığı o an, ilk seni gördü gözlerim…İşte bu yüzden sana olan delice özlemim…İşte bu yüzden her daim “Vuslata Hasret” çeker bu garip yüreğim…
Ben o anda sana söz verdim Ey Yâr!..O anda düştü bedenime sönmeyen har!..Sensiz geçen her an ömrüme zarar…Beni bensiz bırak da , sensiz bırakma Ey Yâr!…
Aşk adına ne dökülürse dilimden, senin içindir her çıkan kalemimden ! Senin için severim senden gayrısını…Eğer senden uzak geçirdiysem ömrümün yarısını, iflah eyle Ey Yâr içimdeki nefs sağrısını…
Aşk ruhuma gözlerimden aktı…İşte bu yüzden gözlerim herşeye aşk dolu baktı…
Aşkla sevdiğim çok şey, beni bir gün bıraktı…Dönüp sana baktım, vuslat çok ıraktı…Hasretin her daim yüreğimi yaktı…Anladım!…Vuslat için bana düşen, sana layık olmaktı…
Şimdi bana yakınlığını hissedip, sana uzaklığımdan utanmaktayım.
Ruhuma dokunan her sevdalı sözü sen sanmaktayım…Her seferinde sevda adına söylenen yalanlara inanıp, aldanmaktayım…Ve gerçekle her yüzyüze gelişimde…..yanmaktayım….Yâr!
Bana yakınlığını hissedip, sana uzaklığımdan utanmaktayım…
Yardım et bana!…
Mesafesiz mesafeleri kaldırabileyim aradan…Belki kelamım anlamsız, boş ve sıradan. Ama inan !…
İnan ki hasretinle her an kan damlar yüreğimdeki yaradan…
Duy beni :
İçimdeki yangını vuslatınla söndür
Her yarın kenarından , beni sana döndür
Selam ve Dua ile…
 
    
Ekmek İstedin Afiyet İstemedin


İmam Kuşeyri (k.s.) naklediyor:

Sufinin birisi sürekli,
''Allah'ım, senden afiyet istiyorum, Allah'ım senden afiyet istiyorum.!'' diye dua ediyordu. Kendisine niçin sürekli böyle dua ettiğini sorulunca, şöyle anlattı:

''Ben, manevi terbiyeye ilk girdiğim günlerde hamallık yapıyordum. Birgün ağırca bir un yükü taşıyordum,
dinlenmek için yükü bir yere koydum. Orada,

''Ya Rabbi, eğer her gün bana yorulmadan iki ekmek versen, onlarla yetinirdim!'' diye dua ettim. O sırada önümde iki kişi döğüşmeye başladılar; ben de aralarını bulayım diye yanlarına vardım. Birisi, elindeki şeyi hasmına vurmak isterken başıma vurdu, yüzüm kana bulandı. O sırada mahallenin asayişinden sorumlu kimse gelip ikisini yakaladı, beni de kana bulanmış görünce, kavgacı zannedip onlarla birlikte hapse attı. Bir müddet hapiste kaldım, her gün iki ekmek veriyorlardı.

Bir gece rüya gördüm, birisi bana,

''Sen her gün yorulmadan iki ekmek istedin fakat Allah'tan afiyet (beden,din ve dünya selameti) istemedin, işte istediğin sana verildi!. dedi.
Rüyadan uyandım, ondan sonra hep,

''Ya Rabbi, afiyet ver, Ya Rabbi afiyet ver!'' diye dua etmeye başladım. Bir ara hücrenin kapısı çalındı, birisi,

''Hamal ömer nerede ?'' diye beni sordu. Beni götürdü, ellerimi çözüp serbest bıraktılar.''

Resûlullah (s.a.v.) buyurur ki:

"Allah'tan afiyet isteyin. Kula kamil imandan sonra afiyetten daha büyük bir nimet verilmemiştir.''
 
    
Her İşin Bir Hayırı Var



İki melek yeryüzünü dolaşmaya çıkmışlar. Tabii insan kılığında.

Akşam olmuş. Kentin en zengin semtinde lüks bir villanın kapısını Tanrı misafiri olarak çalmışlar. Ev sahipleri somurtarak buyur etmişler onları. Yemek falan teklif etmemişler. Sıcacık misafir odaları yerine, buz gibi ve nemli bodruma iki şilte atıp; “Geceyi burada geçirebilirsiniz” demişler. Şilteleri betona sererken, yaşlı melek duvarda bir çatlak görmüş. Elini uzatmış. Şöyle bir sürmüş yarığa. Duvar eskisinden sağlam olmuş. Genç melek:“Niye yaptın bunu?” diye sormuş merakla. “Her şey her zaman göründüğü gibi değildir” demiş yaşlı melek yavaşça. Ertesi akşam melekler bir köy evinde çok fakir, ama çok iyiliksever bir aileye misafir olmuşlar. Her şeyleri bir tanecik inekleri imiş. Onun sütünü satıp geçiniyorlarmış. Ev sahipleri mütevazı sofralarına almış onları.ne verdiyse beraber yemişler. Yatma zamanı gelince kadın: “Siz uzun yoldan geliyorsunuz, yorgun olmalısınız”demiş. “Bizim yatakta siz yatın, bir rahat uyuyun. Biz şu divanda idare ederiz.” Güneş doğarken uyanan melekler, zavallı adamla karısını iki gözleri iki çeşme ağlar bulmuşlar. Hayattaki tek servetleri inekleri bahçede ölü yatıyormuş. Genç melek öfkeden deliye dönmüş. “Bunu nasıl yaparsın. Bu kadar iyi insanların yegane servetinin ölmesine nasıl izin verirsin. Önceki gece gittiğimiz villada her şey vardı, ama kötü ev sahipleri bize hiçbir şey vermediler. Sen onların bodrumlarını tamir ettin. Bu fakir insanlar bizimle her şeylerini paylaştılar ineklerinin ölmesine göz yumdun?..”



“Her şey her zaman göründüğü gibi değildir evlat” demiş, yaşlı melek gene. “Nasıl yani?” diye daha da öfkeyle yinelemiş sorusunu genç melek. “Her şey her zaman göründüğü gibi değildir evlat” demiş yaşlı melek bir daha. Ve anlatmış. “İlk gittiğimiz zengin evinin o duvar çatlağının içinde yıllar önceden saklanmış bir hazine vardı. Ev sahipleri, zenginlikleri ile çok mağrur, ama hiç paylaşmayı sevmeyen insanlar oldukları için bu defineyi bulmayı hakketmemişlerdi. Çatlağı kapayıp, onları bu hazineden ebediyen mahrum ettim. Dün gece fakir köylünün yatağında yatarken ölüm meleği, adamın karısını almaya geldi. Kadının hayatını bağışlamasına karşılık ona ineği verdim. Her şey her zaman göründüğü gibi değildir. İşler bazen istendiği gibi gitmez göründüğünde, aslında olan budur. Eğer inançlı isen, her işte bir hayır olduğunu düşünürsün. O hayrın ne olduğunu da, bir süre sonra anlarsın.”




 
    
Su İçerken İyi Düşünmeli


Adam, kurumuş bir eriğe dönüşmüş olan
dilindeki acı tadı biraz olsun giderebilmek için yutkunmaya çalıştıysa da başarılı olamadı. Çünkü gırtlağı içi kum dolu bir boru gibiydi. Saatine baktı, “Daha üç saat var,” diye geçirdi içinden. Üstelik 41 derece sıcaklıkta; tozlu topraklı, kavisli, engebeli bir yolda tıkış tıkış bir minibüsle aşması gereken 50 kilometre vardı önünde. Okumaya çalıştığı kitaba bile adapte olamıyordu.

Her gün işe gidip geldiği bu yol öyle büyümüştü ki gözünde…
Asil Turk - “Sahurda bu kadar zeytin yememeliyim,” diye düşündü. Bir haftadır ilk kez bu kadar zorluyordu oruç onu. Zamanı biraz hızlandırabilmek için uyumaya karar verdi.


Ama oldum olası beceremezdi seyahat ederken uyumayı; hem de bu sıcakta ve kalabalıkta… Üstelik susuzluğu o derece artmıştı ki gözünü kapattığı an su geliyordu aklına. İşte yine görüyordu suyu. Ama bir dakika; bu kez sesini de duyuyordu.

Gözlerini açtı. Ne o tozlu yolu ne de o ter kokan minibüsün kalabalığını görebildi. Bir yamaçta, bir hurma ağacının gölgesinde ayakta duruyordu. Karşısında, yeşilin her tonundan ağaçların ve kayalıların arasından dökülen bembeyaz bir şelale vardı.


Suyun serinliğini ve uçuşan zerrecikleri o mesafeden bile yüzünde hissedebiliyordu. Biri küçük, diğeri büyük iki akıntıdan oluşan, yer yer sarıya çalan karbeyaz bir doğa harikası! Ama onu asıl cezbeden bu muhteşem manzara değil, suya olan özlemiydi.
Koşarak indi yamaçtan aşağı inen yolu.


Bodur ağaçlar, yosunlanmış taşlar arasından düşe kalka koşarak su kenarına geldi. Kayalardan dökülürken süt gibi gözüken su, kıyılara gelince çamur kahverengisine dönüşmüştü. Ama adam o kadar susuzdu ki, suyun rengini dert edecek değildi.


Dizlerinin üstünde emekleyerek kıyıya geldi, avuçlarını suya daldırdı, tam ağzına götürecekken kulaklarının o güne kadar şahit olduğu en güzel insan sesini işitti. Başını sesin geldiği yöne, şelalenin tepesine çevirdi. Büyük ve küçük akıntının tam ortasındaki kayanın üzerinde siyah bir adam ezan okuyordu.

Su avuçlarından döküldü, ezan bitene kadar büyülenmiş gözlerle siyah adama baktı.

Kamaşan gözlerini kırpıp tekrar siyah adamın durduğu kayaya doğru baktı. Ama adam gitmişti.
Gözüyle karşı kayalıkları taradı ama yoktu; aniden kayıplara karışmıştı.

“Habeşistan’a hoş geldin!”

Arkasından gelen sesle irkildi ve ani bir hareketle geriye döndü.
“Ha-Habeşistan mı?” Siyah derili ama nur-u pak yüzlü adam inci gibi dişlerini göstererek gülümsedi.

“Evet, Habeşistan.

Ama sizin bildiğiniz adıyla Etiyopya.”
“Ama ben buraya nasıl geldim? Daha bir dakika önce bir minibüsün içindeydim?”

Nur damlayan siyah yüz tekrar gülümsedi.


“Suyu o kadar büyük bir aşkla istedin ki, Allah-ü Teala seni buraya getirdi.” Başıyla su kıyısını gösterdi, “İç hadi!” Adam, şaşkınlık ve korku karışımı bir duyguyla avuçlarını tekrar suya daldırdı. Başını elleri hizasına getirip içmeye hazırlanıyordu ki avuçlarındaki kuruluğu fark etti.

Kum, sadece kum ve kurumuş çamur parçaları vardı ellerinde ve su yatağında.

Gözlerini çevirip şelaleye doğru baktığında da boz kayalıklar ve kurumuş ağaçlar gördü. Şelale buhar olup uçmuştu sanki...
“Ama… Şelale nereye gitt..” diyecekti fakat siyah adam da yanında değildi artık.
Gür sesi, karşı kayalardan gelip dağlarda yankılandı:

“Buralarda artık ne su ne de ekmek var.

Somali, Kenya, Etiyopya… Siz aşınızı, işinizi beğenmezken; tonlarca ekmeği çöpe dökerken; suyunuzu israf edip, kıymetini bilmezken buralarda insanlar, açlıktan ölen çocuklarını elleriyle kumlara gömüyor. Yaşayanlar da canlı bir cesetten farksız. Allah için kardeşlerinize yardım edin!”


Son cümlesini bitirdi ve gökten iki çift kanat indi siyah bedeninin üzerine. Kanatların arasında fani gözlerin görebileceği en güzel, ışıl ışıl yanan varlıklar vardı. Siyah adamı koltuklarından tuttukları gibi gökyüzüne uçurdular.
“Dur, gitme! Kimsin, bari adını söyle!” diye başını göğe kaldırıp, siyah adama doğru bağırdı.

Koyu derili nurlu yüzü ve gülümseyen pırıl pırıl dişleri o mesafeden bile seçebiliyordu.

“Adım Bilal!” diye gürledi sesi semada.
“Yediğiniz her lokma ekmekte ve içtiğiniz her yudum suda açlıktan ve susuzluktan kırılan torunlarımı hatırlayın.”
Elindeki kitabı düşürmek üzereyken sıçrayarak uyandı.

Buram buram terlemiş alnını kravatına sildi. Nefesini kontrol altına almaya çalıştı ve camı araladı. İçeriye dolan tozu görünce tekrar kapattı. “Neydi bu şimdi?” diye düşünürken gözü tekrar kitaba kaydı.

''İmam Hüseyin (a.s) bir damla su içmeden Fırat’ı terk ederek çadırlara yöneldi. Kılıç sallayarak o alçak insanları dağıttı ve bir kere daha Ehl-i Beyt’ini teskin ederek şöyle buyurdu:''

“Zor ve gamlı günler için hazırlanın ve bilin ki, Allah Teala sizin koruyucunuzdur; sizi yakın bir zamanda düşmanların şerrinden kurtaracak, akibetinizi hayır kılacak ve düşmanınızı çeşitli azaplara düçar kılacaktır.

Bu zorluk ve musibetlere karşılık çeşitli nimet ve kerametler bağışlayacaktır.
Öyleyse şikayet etmeyin ve değerinizi düşürecek şeyleri ağzınıza almayın.”

Adam, susuzluğunun gittiğini hissetti…

 
    
KONU GÜNCELLENDİ
 
    
Emeğinize sağlık ..
 
    
 
 

Similar threads


Üst Alt