Güzel Hikayeler 600 ağaçlı hurma bahçesini bağışladı, dini hikayeler, dini bilgiler, islam dini, din ve islam

SiLeNtKinG

♪ ♫ ♬Radyo DJ ♪ ♫ ♬
RADYO DJ
Katılım
13 Şub 2010
Mesajlar
1,000
Tepkime puanı
102
Puanları
63
Konum
Bursa
600 ağaçlı hurma bahçesini bağışladı


600 AĞAÇLI HURMA BAHÇESİNİ BAĞIŞLADI."Ebu Talha'nın elinden topla tüfekle alınması mümkün olmayan 600 ağaçlı hurma bahçesini, kendi rızası ile fakir fukaraya verdiren duygu, iman şuurundan başka ne olabilirdi?"


MESCİD-İ Saadet'te Ashab-ı Kiram toplanmışlar, derin bir vecd ve huşu içinde Allah'ın Resûlünü dinlemekteydiler. Hazret-i Fahr-i Kâinat Efendimiz ise, Al-i İmrân sûresinden şu mealdeki Âyet-i Kerimeyi okuyordu: " Muhtaçlara, fakirlere yardım ederken malınızın kötüsünü değil de, iyisini vermedikçe imân-ı kâmile (olgun iman) kavuşamazsınız. İmânda en yüksek mertebeye çıkmak istiyorsanız, yoksullara malınızın en hoşunuza gidenini bağaşlayınız."

Âyet-i Kerîmeyi büyük bir dikkat ve hassasiyetle dinleyenlerin içinde Ebu Talha da bulunuyordu. Ebu Talha'nın Mescid-i Saadet'e yakın bir yerde, içinde 600 hurma ağacı bulunan pek kıymetli bir hurma bahçesi vardı. Sık sık dâvet ettiği Resûlullah'a burada ikramda bulunurdu..

Bu zat derin bir vecd ve huşuu içinde Âyet-i Kerimeyi dinledikten soma ayağa kalkarak şu açıklamayı yaptı. «- Yâ Resûlellah, benim servetim içinde en kıymetli ve bana en sevgili olan, işte şu şehrin içindeki sizin de bildiğiniz bahçemdir. Bu andan itibaren Allah rızası için onu Allah'ın Resûlüne bırakıyorum. İstediğiniz gibi tasarruf eder, dilediğiniz fakire verebilirsiniz.

Bu sözleri söyledikten soma Ebu Talha, sevinçli ve neş'eli bir hal ile kararını tatbik için Mescid-i Şerifden çıkarak bahçeye gitti.

Bir hurma ağacının gölgesinde oturan hanımı ile duvarın dışında bekleyen Ebu Talha arasında şu ibretli konuşma oldu:
Hanımı: "- Yâ Eba Talha, duvarın dışında ne bekliyorsun? İçeri girsen ya!"
Ebu Talha: "- Ben içeri giremem, sen eşyanı toplayıp da dışarı çıksan ya!"
Hanımı: "- Neden yâ Eba Talha, bu bahçe bizim değil mi? "
Ebu Talha: "- Hayır, artık bu bahçe Medine fukarasınındır. diyerek Âyet-i Kerîmeyi ve verdiği kararını anlattı. Hanımının " İkimiz namına mı, yoksa şahsın için mi bağışladın? " diye bir sualine "-ikimiz namına" diye cevap veren Ebu Talha, bu sefer hanımından şu sözleri işitti:
" - Allah senden razı olsun Eba Talha. Etrafımızdaki fakirleri gördükçe aynı şeyi düşünürdüm de sana söylemeye bir türlü cesaret edemezdim; Allah hayrımızı kabul buyursun, işte ben de geliyorum! "


Aziz okuyucu, müsaade buyurursanız burada bir sual sormak istiyorum: -Ebu Talha'nın elinden topla tüfekle alınması mümkün olmayan bu 600 ağaçlı hurma bahçesini, kendi rızası ile fukaraya verdiren nedir?

- O'nu böyle içtimai (sosyal) fedakârlığa sevkeden bu tesir edici sebebin memleket sathında bütün insanlarda kökleşip kuvvetlenmesi halinde nasıl bir netice doğar?

- Değil âhiretimiz, dünyamızın dahi intizama girmesi için bu müessire şiddetle muhtaç değil miyiz?

Sorular uzayabilir ama isterseniz son sorumuz şu olsun: -Ebu Talha'ya bu fedakârlığı yaptıran müeyyidenin aleyhinde bulunmak, bu duygu ve îmân kuvvetinin bütün insanlarda yerleşmesine mani olmayı düşünmek, fukaraya yapılan yardımın aleyhinde bulunmak kadar gayr-ı insani ve ahmakça bir düşünce mahsulü olmaz mı?"
 
  
 
Allah Kullarını Biz Farketmesek de Korur

Zünnu-i Mısri'nin şöyle dediği rivayet edilmiştir : Bir gün elbiselerimi yıkamak için Nil nehrinin kenarına gitmiştim. Nehrin kenarında dururken, bir de baktım ki, görülmemiş şekilde büyük bir akrep bana doğru geliyor. Çok korkmuştum. Beni onun şerrinden koruması için Cenab-ı Hak'ka sığındım. Akrep nehre geldiğinde, sudan büyük bir kurbağa çıkıp akrebe doğru geldi. Akrep kurbağanın sırtına binip suyun üzerinde yüzüp gittiler. Bu bana çok şaşırtıcı gelmişti. Ben de onların nehrin kenarında takip ettim. Nehrin karşı yakasına geçtiklerinde, akrep kurbağayı bırakıp dalları büyük, gölgesi çok olan bir ağacın yanına gitti.
Bir de baktım ki, ağacın altında Allah'a asi bir genç mışıl mışıl uyuyor. Kendi kendime: "La ha'vle vela kuvvete illa billah. Bu akrep nehrin ötesinden buraya kadar, bu genci sokmak için geldi" dedim ve içimden, akrep gence yaklaştığı zaman hemen akrebi öldürmeğe karar verdim. Akrebe yakın bir yerde durdum. Bir de baktım ki karşıdan büyük bir yılan, genci öldürmek için, gence doğru geliyor. Bu sırada akrep yılanın üzerine hücum etti ve başını sokmaya başladı. Akrep yılanın ölmesine kadar başını sokmaya devam etti. Yılan öldükten sonra akrep nehre döndü.Kurbağa da onu orada bekliyordu. Akrep tekrar kurbağaya binip nehrin öte yanına geçti. Ben de arkalarında bakakaldım.
Sonra gencin yanına geldim, o hala uyuyordu, akabinde baş ucunda kendi kendime şöyle dedim :
- Ey uyuyan genç; Allah seni, sen fark etmesen de karanlığın içindeki her türlü kötülükten korur. Sen uyusan bile Allah uyumaz. O kullarına çok merhametlidir. dedim.
Genç benim bu sözlerim üzerine uyandı ve başından geçen olayları kendisine anlattım. Genç hemen tevbe etti. Bütün yapmış olduğu kötü davranışlarından vazgeçip, iyilerden oldu ve ölünceye kadar hayatı böyle devam etti. Allah ona rahmet etsin.
Kaynak : Ahmed Şihabuddin El-Kalyubi'nin,"Dini Hikayeler" adlı kitabı.
Sayfa : 166
Çeviren : Hüseyin Erdoğan.
 
    
Allah’ın Hikmeti

Adamın biri, pislik böceği görür ve: "Bu yaradılışı çirkin pis kokulu bir yaratıktır. Allah bunu niçin yaratmış ki?" der.Daha sonraki günlerde adamın yüzünde bir çıban çıkar. Çok doktorlara başvurmasına rağmen tedavisi için bir sonuç alamaz. Artık çıban yara haline gelmişti ki, sokaktan geçen bir adamın bağırtısı üzerine adam çağırtılır ve yaraya bakması istenir. Adam bir pislik böceğinin getirtilmesini ister. Orada bulunanlar adamın isteğine gülerler. Fakat hasta olan adam, o böcek hakkında söylediği sözleri hatırlar ve der ki;
- Adamın isteğini yerine getirin, o doğruyu biliyor. der.
Daha sonra gelen böceği yakan adam, onun külünden yaranın üzerine serper ve yara Allah'ın hikmetiyle iyileşir. Bunun üzerine hasta olan adam etrafına der ki;
- İyi biliniz ki, Allah'u Teala, mahlukatının en adi ve yaramazı olanında bile, en iyi deva bulunduğunu bana bildirmek murad buyurdu. Allah Hakim'dir, Habir'dir.


Kaynak : Ahmed Şihabuddin El-Kalyubi'nin,"Dini Hikayeler" adlı kitabı.
 
    
Allah'tan korkuyorum

Zamanın birinde İsrailoğullarından biri vardı, adam kendini ibadete vermişti. Çoluk çocuk sahibiydi. Günün birinde ailece aç kalırlar. Tamamen çaresiz kaldığı için yiyecek bir şeyler bulup getirsin diye karısını dışarıya gönderir. Kadın bir tüccarın evine varır, çoluk çocuğuna yedirecek bir şeyler ister. Tüccar, kadına "olur, fakat önce bana kendini teslim et" diye teklif eder. Kadın hiç cevap vermeden çıkar, evine döner. Yavrularını "Anneciğim! Açlıktan öleceğiz, bize yiyecek bir şeyler ver" diye feryat eder durumda bulur.
Geri çıkarak tekrar tüccarın yanına varır, yavrularının acıklı durumunu anlatır. Tüccar "İstediğim olacak mı?" diye sorar. Kadın "Evet" der.
İkisi baş başa kalınca kadın öyle bir titremeye başlar ki, azaları yerlerinden çıkacak gibi olur. Tüccar "ne oluyor sana?" diye sorar. Kadın "Allah'tan korkuyorum" diye cevap verir.
Aldığı cevap üzerine kendine gelen adam "Sen şu sıkışık durumuna rağmen bu günahtan dolayı Allah’tan korkuyorsun, oysa asıl benim korkmam gerekir" diyerek yapacağı işten vazgeçer. İstediklerini vererek kadını gönderir. Kadın kucağındaki yiyecekler ile yavrularına döner. Çocukların sevinci sonsuzdur.
Bu sırada ulu Allah’tan tüccar hakkında Hz. Musa'ya (A.S.) vahiy gelir. Allah "Falan oğlu filana bütün günahlarını affettiğimi söyle" diye bildirir.
Bunun üzerine Hz. Musa (A.S.) tüccarı bulur, ona "Mutlaka Allah ile aranızda sır kalan bir hayır işlemiş olmalısın" der. O zaman tüccar kendisine yoksul kadınla arasında geçenleri anlatır. Hz. Musa (A.S.) " İşte bu yüzden Allah, geçmiş bütün günahlarını bağışladı" diyerek tüccara müjdeyi verir.
Kaynak: Mükâşefetü'l Kulûb
 
    
Salebe

Ebu Ummet-ul Bahilî'nin rivayet ettiğine göre Salebe İbni Hâtip Peygamber'imize
" Ya Rasûlallah, Allah'a duâ et de bana mal versin" dedi.

Peygamber'imiz onun bu arzusunu
"Yâ Salebe, şükrünü edâ ettiğin az mal, şükrünü yerine getiremeyeceğin çok maldan daha iyidir." diye karşılık verdi.
Salabe yine de "Ya Rasûlallah , Allah'a dua et de bana mal versin" diye ısrar etti.
Peygamberimiz ona
"Ya Salabe, beni misâl almak istemezmisin? Allah'ın Rasûlu gibi olmak istemezmisin? Nefsimi kudret elinde tutan Allah'a yemin ederek söylüyorum ki, dağların benim için altın ve gümüş olmasını dilesem, olurlardı." diye cevap buyurdu.

Salabe bu sefer dedi ki, "Seni Hak dinle peygamber gönderen Allah'a yemin ederim ki, bana mal versin diye Allah'a dua edersen, her hak sahibine hakkını vereceğim., şöyle şöyle yapacağım."
Bunun üzerine Peygamber'imiz "Allah'ım, Salabe'ye mal nasib eyle" diye dua etti. Salabe de koyun edindi.
Salabe'nin edindiği koyunlar böcek gibi üredi. Öyle ki, sürüsüne Medine dar geldiği için vâdiye taşındı. Bu yüzden öğle ve ikindiyi cemaatle kılıp, diğer vakitler cemaatten geri kalmaya başladı. Bu arada sürü üremesine devam ettiği için Salabe başka bir yere taşınmak ihtiyacını duydu ve Cuma'dan başka hiçbir namazı cemaatle kılmamaya başladı.
Derken sürü böcek gibi üremeye devam etti. Salabe de Cuma günleri kervanların yoluna çıkarak Medine'de olup bitenleri öğrenir oldu.
Bir gün Peygamber'imiz "Salabe ne yapıyor?" diye sordu. O'na "Ya Rasûlallah, sürü edinince Medine'ye sığmaz oldu" diye başlayarak olup bitenleri anlattılar. Peygamber'imiz "Yazık Salebe'ye, yazık Salebe'ye yazık Salebe'ye" diye buyurdu.
Bu sırada "Onların mallarından belirli bir sadaka al, böylece onları temizlemiş ve nefislerini arındırmış olursun. Onlar için duâ et, senin duân onları huzura kavuşturur."(Tevbe süresi âyet: 103) meâlindeki âyet inerek zekat vermek farz kılındı.
Peygamber'imiz Cuheyne kabilesi ile Beni Suleym kabilesinden iki kişiye yazılı bir emirname verip zekât toplamakla görevlendirdi., onlara "Saleb Bin Hatib ile Beni Suleym'den falan adama varıp zekâtlarını alın" diye emir verdi. Adamlar yola çıkıp Salebe'ye vardılar, Peygamber'imizin emirnamesini okuyarak kendisinden zekâtını vermesini istediler.
Salebe tahsildarlara "Bu cizyeden başka birşey değil, Bu cizyeden başka birşey değil, Bu cizyenin kardeşidir, gidin işiniz bitince bana yine uğrayın" dedi.
Bunun üzerine tahsildarlar Suleymi'ye yöneldiler. Suleymi onların geldiğini duyunca develerin en semizini seçerek onu zekatlık olarak ayırdı ve tahsildarları onunla karşıladı. Tahsildarlar bunu görünce " En semiz deveyi vermen gerekli değil, o yüzden bunu senden almak istemiyoruz" dediler. Suleymi "Ne münasebet alın onu, ben gönül hoşnutluğu ile veriyorum. Onu siz alasınız diye ayırdım." dedi.
Tahsildarlar görevlendirdikleri diğer zekâtları toplamayı bitirince geri dönerken Salebe'ye bir daha uğradılar, zekâtını vermesini istediler. Salebe bu sefer onlara "Yanınızdaki yazıyı gösterin" dedi. Yazıya göz atarken yine "Bu cizyenin kardeşidir, siz gidin ben ne yapacağımı düşüneyim" dedi.
Tahsildarlar Paygamber'imize döndüler. O onları görür görmez daha kendileri ile konuşmadan "Yazıklar olsun Salebe'ye" dedi. ve Suleymi'ye duâ etti. Tahsildarlar da Peygamber'imize gerekSalebe'nin ve gerekse Suleyni'nin nasıl davrandığını anlattılar. Bunun üzerine Allah (C.C.) Salebe Hakkında:
"Onlardan bir kısmı "Eğer Allah bize mal bağışlarsa mutlaka zekat verir ve mutlaka salihlerden oluruz" diye söz verdiler. Fakat Allah onlara mal bağışlayınca onu cimrilik ettiler, arka dönüp sözlerinden caydılar.
Allah da kendisine verdikleri sözden cayarak yalan söyledikleri için O'nun karşısına çıkacakları güne kadar kalblerine nifak ekmek suretiyle onları cezalandırdı." (Tevbe Suresi, Ayet: 75-77) mealindeki ayet indi.
Bu sırada Peygamber'imizin yanında bulunan Salebe'nin bir akrabası, inen ayeti duyunca Salebe'ye vararak ona "Yâ Salebe, anan ölesi, ulu Allah senin hakkında öyle şöyle bir ayet indirdi." dedi.
Bunun üzerine yola çıkan Salebe, Peygamber'imize vararak zekatını almasını istedi. Peygamber'imiz kendisine
"Allah, bana senden zekat almayı yasakladı" diye cevap verdi.

Peygamber'imizin bu cevabı üzerine Salebe başına toprak serperek döğünmeye koyuldu.
Peygamber'imiz ona
"İşte senin amelin, verdiğim emri yerine getirmedin." dedi.Peygamber'imiz (aleyhissalatu ve sellem) vereceği zekâtı almak istemeyince evine döndü.

Peygamber'imiz (s.a.v.) Ahirete göçünce Salebe, zekât borcunu Hz. Ebû Bekr'e getirdi, fakat Ebû Bekr de onu geri çevirdi. Arkasından Hz. Ömer'e getirince o da kabul etmedi. Hz. Osman'ın halifeliğe geçişinden sonra da Salebe Öldü.
 
    
şam'dan gelen yahudi

İbn Abbas (r.a.) şöyle anlattı:
-Şam'da bir Yahudî vardı. Bir cumartesi günü Tevrat'ı okudu. Ondaki müjdeyi gördü. Oraya baktığı zaman , dört yerinde Resûlüllah (s.a.v.)'ın vassfını buldu. Onları kesti ve yaktı.
İkinci bir cumartesi, baktığı zaman, aynı şeyleri, Tevrar'ın sekiz yerinde buldu. Onları da kesip yaktı.
Üçüncü cumartesi baktığı zaman, aynı şeyleri Tevrat'ın oniki yerinde buldu.
Kendi kendine düşündü ve şöyle dedi:
-Eğer bunları da koparırsam, Tevrat'ın tümü onun vasıflarıyla dolacak.
Arkadaşlarına Resûlullah (s.a.v.)'ı sordu; şöyle dediler:
-Yalancının biridir. En iyisi, ne sen onu gör; ne de o seni görsün.
Şyle dedi:
-Musa'nın Tevrat'ı hakkı için , benim onu ziyaretime kimse engel olamaz.
Onun böyle demesi üzerine izin verdiler. O da, bineğine bindi; gece gündüz yola koyulup gitti. Medine'ye yaklaştığı zaman; onu Selman karşıladı.
Selman, güzel yüzlüydü. Onu görünce Muhammed (s.a.v.) sandı. Halbu ki, Resûlullah (s.a.v.) üçgün önce vefât etmişti Selman ağladı ve şöyle dedi:
- Ben onun kölesiyim.
-Peki o nerede? Diye sorunca, Selman(r.a.) düşündü:
-Vefat etti, dese, dönüp gidecek.
-Sağdır., dese, yalancı olacak.Şöyle dedi:
-Gel benimle, seni arkadaşlarının yanına götüreyim.
Mescide girdiği zaman, ashabın tümü mahzun bir hâlde idiler.
Resûlüllah(s.a.v.)'ı onların arasında sanarak:
-Selâm sana ey Muhammed! dedi. Bunun üzerine ashabın ağlaması arttı.
-Sen kimsin? Yaramızı tazeledin. Galiba bir yabancısın. Üçgün oluyor. O vefât etti.
Bunu duyan Yahudî bir sayha attı ve şöyle dedi:
-Vay perişanlığıma, o kadar yolum da boşa gitti. Keşke anam beni doğurmasaydı da; Tevrat'ı okumayaydım. Tevrat'ı okuyunca da onun vasfını görmeyeydim. Onun vasfını gördüm; bari kendisini göreydim.
Bundan sonra şöyle dedi.
-Ali burada mı, onu bana anlatsın.
-Evet burada, deyince sordu:
-Adın nedir?
-Ali deyince , şöyle dedi:
-Senin ismini de Tevrat'ta buldum.
Bundan sonra Hz. Ali(r.a.) şöyle anlattı:
-O ne uzun boyluydu; ne de kısa. Başı yuvarlaktı. Alnı genişti. Gözleri siyah ve irice idi. Kirpikleri uzundu. Görüldüğü zaman dişleri arasından nur yayılırdı. Saçlıydı. Elleri ve ayakları etliceydi. Yürüdüğü zaman , yüksek bir yerden iniyormuş gibi ayağını yerden kuvvetle kaldırırdı. İki omuzu arasında nübüvvet mührü vardı.
Yahudî bunları dinledikten sonra şöyle dedi:
-Doğrusun yâ Ali, onun Tevrat'taki vasfıda böyledir.
Bundan sonra şöyle dedi:
-Yâ Ali! Onun bir elbisesi kaldı mı, koklamak istiyorum.
Bunun üzerine Hz Ali(r.a.), Selman (r.a.)'a şöyle dedi:
-Ey Selman! Fatıma'nın kapısına git ve söyle : Babası Resûlüllah'ın cübbesini versin, getir...
Selman, Fatıma'nın kapısına gitti ve şöyle dedi:
-Ey peygamberin övündüğü kapı! Ey evliyanın ziynet kapısı.
Hasan ve Hüseyin ağlıyorlardı. Kapıyı vurunca , Hz. Fatıma içerden şöyle dedi:
-Yetimlerin kapısını çalan kimdir?
-Ben Selman, dedi. Sonra Hz. Ali'nin dediğini ona anlattı.
Bunun üzerine Hz. Fatıma ağladı ve şöyle dedi:
-Babamın cübbesini kim giyecek?
Ona dair şeyler anlattı. Yedi yerinden hurma lifi ile dikili idi. Hz. Ali onu alıp kokladı. Sonra sahabe alıp kokladı. Bundan sonra, Yahudi aldı, kokladı ve şöyle dedi:
-Bunun kokusu ne kadar güzeldir. Bundan sonra, Resûlullah (s.a.v.)'ın kabrine gitti. Başını semaya kaldırdı ve şöyle dedi:
-Yâ Rabbi! Sen'in birliğine, eşin ve ortağın bulunmadığına şahadet ederim. Bu kabrin sahibinin, esnin Resûl'ün ve Habib'in olduğuna şehadet ederim. Onun söylediklerini tasdik ediyorum.
Eğer müslümanlığımı kabul ediyorsan, bu saatte ruhumu al! Bundan sonra, düşüp öldü.
Onu, Hz. Ali(r.a.) yıkadı. Baki mezarlığına defnetti.
Allah ona rahmet eylesin. Bizi salihler zümresiyle haşreylesin.
Amin!...
 
    
şehadet arzusu

Sa'd Bin Ebi Vakkas anlatıyor:
" Uhud savaşında... Bir ara baktım. Abdullah bin Cahş yanıma geldi. Dedi ki:
" Şöyle bir kenara çekilsek, ben dua etsem, sen amin desen; sonra istersen sen dua et, ben amin diyeyim olmaz mı?"
Ben de davetine icabet ettim ve olur dedim. Bir kenara çekildik. Önce ben dua ettim:
" Allah'ım! Bugün benim karşıma güçlü, kuvvetli birini çıkar, onunla çarpışalım, ben onu öldüreyim. Böylece hem en büyük hizmeti yapmış olayım, hem de ganimetini alayım" Abdullah Bin Cahş (ra) bu duaya "amin" dedi.
Allah'a yemin olsun istediğim oldu.
Sonra Abdullah Bin Cahş (ra) dua etti:
" Allah'ım! Bugün benim karşıma güçlü, kuvvetli, zorba birisini çıkar. Onunla kıyasıya savaşayım. Sonra o beni öldürsün. Bununla yetinmeyip karnımı yarsın. Kulaklarımı, burnumu kessin. Ve ben o halimle huzuruna çıkayım. Sen bana:
" Kulum Abdullah! Sana verdiğim azaları ne yaptın? Bunları kim böyle yaptı?" diye sorduğunda ben de:
" Ey Rabbim! Emanet olarak verdiğin o azaları yerinde kullanamadım. Haklarını veremedim. Sağlam olarak onlarla senin huzuruna çıkmaktan haya ettim. Bunun için onları senin ve Resul'ünün yolunda harcadım " diyeyim. Sen de bana: " Doğru söyledin " diyesin ve beni affedesin...
Bu duaya amin demek içimden hiç gelmedi. Fakat sözleştiğimiz için amin dedim. Vallahi onun duası benimkinden daha hayırlıydı. Vallahi akşama doğru onu gördüm. Burnu ve kulağı bir ipte sallanıyordu."
Aynı şehadet ve arzuya sahip olarak yüce huzuruna çıkma ve ebedi huzuruna kavuşma reca ve niyaziyle...
Amin...
DÜŞÜN, ANLA VE AĞLA ( Vehbi Yıldız )
 
    
şeyhin kedisi

Zamanın ulularından Ahi Ferc Zencani Hazretleri'nin bir kedisi vardı. Evinde de hiç misafir eksik olmazdı. Her zaman müridleri ziyarete gelirler o da müridlerine bir şeyler ikram ederdi. Gelecek misafirlere yemek hazırlamak istendiği zaman kedi çağrılırdı. Kedi ne kadar miyavlarsa hizmetçi tencereye o kadar su ilave ederdi. Her miyavlaması için bu miktar bir bardaktı. Bir gün yamak hazırlandı, misafirlerin önüne kondu. Fakat gelen misafirlerin sayısı yemekten fazla çıktı. Kedinin miyavlamasına şaşırıp kaldılar. Biraz sonra kedi misafirlerin içine girdi, misafirleri teker teker kokladı. Ve en sonunda da birinin üzerine vardı işedi.. Sonra araştırıldığında bunun bir gayri müslim olduğu anlaşıldı.
Yine bir gün , aşçı çömleğe sütlaç yapmak için süt doldurmuştu. Bir zehirli yılan gelerek çömleğin içine girdi. Aşçının bundan haberi yoktu, kedi gelip çömleğin etrafında miyavlamaya ve feryad etmeye başladı. Aşçı bunun halinden bir şey anlamadı. Onu azarladı ve oradan kovaladı. Fakat bir fırsatını bulan kedi kendini çömleğin içine attı ve orada öldü. Çömleği boşalttıkları zaman kara bir yılanı çömleğin içinde ölmüş olarak buldular.
Şeyh Ahi Ferc Zencanî Hazretleri:
-O kedi kendini dervişlere feda etti. Onu yıkayıp kabre koyunuz ve ziyaretgâh ediniz, buyurdu.
Halen kabri Zencan'da ziyaret yeri olarak bilinmektedir.
 
    
şeytanın hilelerı

Alemlerin Rabbi olan Allah'a hamd olsun. Salât ve selâm efendimiz Emîn Peygamber Muhammed'e. Sonra, O'nun pâk âline ve ashâbinin tümüne olsun. Ibn-i Abbas (r.a.) Hazretleri'nden naklen Muaz b. Cebel rivâyet ediyor.
-Bir gün Resûlullah (s.a.v.) ile beraberdik. Ensârdan birinin evine toplanmistik. Tam bir cemaat olmustuk. Ev sahibi:
-Içeridekiler. Eve girmem için bana izin verir misiniz? Benim sizden bir dilegim var görülecek bir isim var. Bunun üzerine, herkes Resûlullah (s.a.v.) efendimizin yüzüne bakmaya basladi. Orada ve her zaman büyük O'ydu. Izin Ondan çikacakti. Resûlullah (s.a.v.) efendimiz duruma vâkif oldu ve:
- «Bu seslenen kimdir, bilir misiniz?» buyurdu. Biz hep birden söyle dedik:
-En iyi bilen Allah ve Resûlüdür. Bunun üzerine Resûlullah (s.a.v.) Efendimiz:
-«O, lâin iblistir.
-Seytandir.
-Allah'in lâneti onun üzerine olsun» buyurunca hemen Hz. Ömer:
-Ya Resûlâllah, bana izin veriniz onu öldüreyim, dedi. Resûlüllah (s.a.v.) efendimiz bu izni vermedi; söyle buyurdu:
- «Dur ya Ömer, bilmiyor musun ki; ona belli bir vakte kadar mühlet verilmistir. Öldürmeyi bırak.» Sonra söyle buyurdu:
- «Kapıyı ona açın gelsin. O buraya gelmek için emir almıştır. Diyeceklerini anlamaya çalısınız. Size anlatacaklarını iyi dinleyiniz.» Bundan sonrasını ondan dinleyelim; yani râviden. Söyle anlatti:
- Kapıyı ona açtılar. İçeri girdi ve bize göründü. Bir de baktik ki; sekli su: Bir ihtiyar. Sasi. Ayni zamanda köse. Çenesinde alti veya yedi kadar kil sallaniyor. At kili gibi. Gözleri yukari dogru açilmis. Kafasi büyük bir fil kafasi gibi. Dudaklari da bir manda dudagina benziyordu. Sonra söyle bir selâm verdi:
-Selâm sana ya Muhammed! Selam size ey cemaat-i müslimin. Onun bu selâmina Resûlullah (s.a.v.) efendimiz su mukabelede bulundu:
-«Selâm Allah'indir ya lâin.» Sonra ona söyle buyurdu:
-«Bir is için geldigini duydum; nedir o is? » Seytan söyle anlatti:
- Benim buraya gelisim, kendi arzumla olmadi. Mecburen geldim. Resûlullah (s.a.v.) efendimiz sordu:
-«Nedir o mecburiyet?» Seytan anlatti:
-izzet sahibi Rabbin katindan bana bir melek geldi. Ve dedi ki:
-Allah-ü Teâlâ sana emir veriyor. Muhammed'e gideceksin. Ama düsük ve zelil bir halde. Tevazu ile O'na gideceksin ve Ademogullarini nasil kandirdigini anlatacaksin. Onlari nasil aldattigini söyliyeceksin bir bir O'na. Sonra o ne sorarsa dogrusunu diyeceksin. Sonra. Allah-ü Teâlâ buyurdu ki:
-Söylediklerine bir yalan katarsan, dogruyu söylemezsen. Seni kül ederim. Ruzgâr savurur. Düsmanlarin önünde seni rusvay ederim. Iste böyle ya Muhummed, o emir üzerine sana geldim. Arzu ettigini bana sor. Sayet bana sorduklarina dogru cevap vermezsem; düsmanlarim benimle eglenecek. Su muhakkak ki düsmanlarimin eglencesi olmaktan daha zor bir sey yoktur. Bundan sonra Resûlüllah (s.a.v.) efendimiz söyle sordu:
- «Madem ki sözlerinde dogru olacaksin. O halde bana anlat: Halk arasinda en çok sevmedigin kimdir?» Seytan su cevabi verdi:
-Sensin ya Muhammend... Allah'in yaratiklari arasinda senden daha çok sevmedigim kimse yoktur. Sonra, senin gibi kim olabilir ki? Resûlullah (s.a.v.) efendimiz sordu:
-« Benden sonra en çok kimlere buguzlusun ve sevmezsin?.» Seytan anlatti:
- Müttaki bir gence ki varligini Allah yoluna vermistir. Bundan sonra, sual-cevap asagidaki sekilde devam etti. Resûlüllah efendimiz sordu; seytan anlatti.
- «Sonra kimi sevmezsin?»
- Kendisini sabirli bildigim, süpheli islerden sakinan âlimi.
-« Sonra?»
- Sabirli olan bir fakiri ki; ihtiyacini hiç kimseye anlatmaz Halinden sikayet etmez
. - «Peki bu fakirin sabirli oldugnu nereden bilirsin?»
-Ya Muhammed, ihtiyacini kendi gibi birine açmaz, her kim ihtiyacini kendi gibi birine üç gün üst üste anlatirsa, Allah onu sabredenlerden saymaz. Sabirli kimselerin isi buna benzemez. Hasili onun sabrini; halinden, tavrindan ve sikâyet etmeyisinden anlarim.
- «Sonra kim?»
- Sükreden, zengin.
- «Peki ama o zenginin sükreden oldugunu nereden anlarsin?»
- Onu görürsen ki aldigini helal yoldan aliyor ve mahalline harciyor. Bilirim ki o sükreden bir zengindir. Resûlüllah (S.A.V.) efendimiz bu defa mevzuu degistirdi ve ona baska bir sual sordu:
- «Peki ümmetim namaza kalkinca senin halin nice olur?»
-Ya Muhammed, beni bir sitma tutar. Titrerim.
- «Neden böyle olursun ya lâin?»
- Çünkü bir kul, Allah için secde ederse bir derece yükselir.
- «Peki va oruç tuttuklari zaman nasil olursun?»
-O zaman baglanirim. Ta, onlar iftar edinceye kadar.
- «Peki ya hac yaptiklari zaman nasil olursun?»
-O zaman da çildiririm.
-«Peki ya Kur'an okuduklari zaman nasil olursun?»
- O zaman da eririm, tipki ateste eriyen bir kursun gibi eririm.
- «Peki ya sadaka verdikleri zaman halin nasildir?»
- Ha iste o zaman halim pek yaman olur. Sanki sadaka veren, bir testere alir eline ve beni ikiye böler. Resûlüllah (s.a.v.) efendimiz sebeblerni sordu:
- «Neden öyle testereyle ikiye biçilirsin ya Ebâ Bürre?» bunun üzerine iblis:
- Onu da anlatayim dedikten sonra anlatmaya basladi:
-Çünkü sadakada 4 güzellik vardir. Söyle ki:
1) Allah-ü Teâlâ, sadaka verenin malina bereket ihsan eyler.
2) O sadaka veren kimseyi halkina sevdirir.
3) Allah-ü Teâlâ, onun verdigi sadakayi cehennemle arasinda bir perde yapar.
4) Allah-ü Teâlâ, belâyi, sikintiyi ve âhlari ondan defeder. Bundan sonra Resûlullah (s.a.v.) efendimiz ashâbi hakkinda ona bazi sorular sordu:
- «Ebû Bekir için ne dersin?» Iblis buna su cevabi verdi:
-O bana, cahiliyet devrinde bile itaat etmedi. Islam'a girdikten sonra nasil bana itaat eder?
- «Peki Ömer b. Hattab için ne dersin?» Iblis buna su cevabi verdi:
-Allah'a yemin ederim ki, her gödügüm yerde ondan kaçtim.
-«Peki Osman b. Affan için ne dersin?»
-Ondan utanirim. Hem de çok. Nasil ki, Rahman'in melekleri de ondan utanirlar.
- «Peki Ali b. Ebû Tâlib için ne dersin?» Iblis su cevabi verdi: Ah o'nun elinden bir kurtulsam O, kendi basina kalsa, ben kendi basima kalsam O, beni biraksa ben de onu biraksam; ama o beni birakmaz. Resûlüllah (s.a.v.) efendimiz yukaridaki sorulari sorduktan ve seytanin verdigi cevaplari da kismen bitirdikten sonra, söyle buyurdu:
- «Ümmetime saadet ihsan eden, seni de tâ, belli bir vakte kadar sâki kilan Allah'a hamd olsun.» Resûlüllah (s.a.v.) efendimizin o cümlesini duyan lâin söyle dedi:
- Heyhat, heyhat. Ümmetin saadeti nerede? Ben, o belli vakte kadar diri kaldikça, sen ümmetin için nasil ferah durursun? Ben onlarin kan mecralarina girerim. Etlerine karisirim. Ama onlar benim bu halimi göremez ve bilemezler. Beni yaratan ve baas gününe kadar bana mühlet veren Allah'a yemin ederim ki, onlarin tümünü azdiririm. Cahillerini ve âlimlerini, ümmîlerini ve okumuslarini, Fâcirlerini ve âbidlerini, Hasili, bunlarin hiç biri elimden kurtulamaz. Fakat Allah'in hâlis kullarini Evet, bunlari azdiramam. Bunun üzerine Resûlullah (s.a.v.) efendimiz sordu:
- «Sana göre ihlâs sahibi muhlis kullar kimlerdir?» Bu suale Iblis su cevabi verdi:
- Bilmez misin ya Muhammed? Bir kimse ki, dirhemini ve dinarini sever O, Allah için bir ihlâsa sahip degildir. Bir kimseyi görsem ki; dirhemini ve dinarini sevmez; övülmekten, medhedilmekten hoslanmaz. Bilirim ki o ihlâs sahibidir. Hemen onu birakir kaçarim. Bir kul, mali ve ovülmeyi sevdigi süre kalbi de dünya arzularina bagli kaldigi müddet o size vasfini yaptigim kimseler arasinda bana en çok itaat edendir. Bilmez misiniz ki; mal sevgisi, büyük günahlarin en büyügüdür. Bilmez misiniz ki; ya Muhammed, bas olma sevgisi büyük günahlarin en büyükleri arasindadir. Iblis anlatmaya devarn etti:
-Ya Muhammed, bilmez misin? benim yetmis! bin tane çocugum var. Bunlarin her birini, bir baska yere tayin etmistir. Sonra O her çocugumla birlikte yine yetmis bin tane seytan vardir. Onlarin bir kismini ulemaya gönderdim. Bir kismini gençlere yolladim. Bir kismini mesâyiha saldim. Bir kismini da ihtiyar kadinlara musallat ettim. Gençlere gelince; aramizda hiç bir anlasmazlik yoktur. Onlarla gayet iyi geçiniriz. Cocuklara gelince Onlarla da bizimkiler istedikleri gibi birlikte oynarlar. Bizimkilerin bir kismini da âbidlerin basina dert ettim. Bir kismini da zâhidlerin. Onlar bunlarin yanina girer; halden hale sokarlar. Bir tepeden digerine hep dolastirip dururlar. Öyle bir hal alirlar ki baslarlar, sebeplerden herhangi birine sövmeye. Iste böylece onlardan ihlâsi alirim. Onlar bu halleri ile yaptiklari Ibadeti Ihlâssiz yaparlar gayri ama bu hallerinin farkinda olamazlar. Iblis, bundan sonra, aldattigi bir rahibin hikâyesini anlatmaya geçti. Ve söyle dedi:
-Bilmez misin ya Muhammed, Rahip Barsisî; tam yetmis, yil ihlâs ile Allah'a ibadet etti. Bu ibadetleri sonunda ona öyle bir hal ihlâs edilmisti ki: Her dua ettigi hasta duasi bereketiyle sifâyab oluyordu. Onun pesine takilip hiç birakmadim. Zina etti. Katil oldu. Sonunda da küfre girdi. Bu o kimsedir ki; Allah-ü Teâlâ, aziz kitabinda, onu söyle anlatir:
- «Seytanin hali gibidir ki; o insana:
-Kâfir ol. Dedi. Vaktaki o kâfir oldu; bu defa da ona söyle dedi:
- Ben senden uzagim. Ben Âlemlerin Rabbi olan Allah'tan korkarim.» Iblis bundan sonra, bazi kötü huylar üzerinde durdu ve onlarin her birinden nasil istifade ettigini anlatti. Y A L A N Bilmez misin ya Muhammed, yalan bendedir ve ilk yalan söyleyen de benim. Her kim yalan söylerse O benim dostumdur. Her kim yalan yere yemin ederse O da benim sevgilimdir. Bilmez misin ya Muhammed, ben Adem'e ve Havva'ya yalan yere Allah adina and içtim.
- «Muhakkak ben size nasihat ediyorum.» dedim. Bunu yaparim, çünkü yalan yere yemin gönlümün eglencesidir. GIYBET - KOGUCULUK: Giybet ve koguculuga gelince Onlar da benim meyvelerim ve senligimdir. NIKAH ÜZERINE YEMIN ETMEK:
- Her kim talâk üzerine yemin ederse günahkâr olacagindan endise edilir, isterse bir defa olsun isterse dogru bir sey üzerine olsun, her kim talâki agzina alirsa, bu hakikat belli oluncaya kadar karisi ona haram olur. Onlar bu halleri ile kiyâmete kadar meydana getirecekleri çocuklar da hep zina çocugu olur. Agiza alinan o talâk kelimesi yüzünden hepsi cehenneme girer. NAMAZ
-Ya Muhammed, namazi an bean tehir edene gelince Onu da anlatayim. O, her ne zamanki namaza kalkmak ister; tutarim. Ona vesvese veririm. Derim ki:
- Henüz vakit var. Sen de mesgulsün; hele simdilik isine bak. Sonra kilarsin. Böylece o vaktinin disinda namazini kilar. Ve bu sebepten onun kildigi namazi yüzüne atilir. Sayet o kimse beni maglup ederse ona insan seytanlarindan birini yollarim. Böylece onu vaktinde namaz kilmaktan alikoyar. O bunda da beni maglup ederse bu sefer onun hesabini namazda görmeye bakarim. O namazin içinde iken.
-Saga bak. Sola bak. Derim. O da bakar O ki öyle yapti. yüzünü oksar, alnindan öperim. Bundan sonra ona: -Sen ebedî yaramaz bir is yaptin. Derim ve böylece onun huzurunu bozarim. Sen de bilirsin ki ya Muhammed! Her kim namazda saga ve sola çokca bakarsa Allah onun namazini kabul etmez. Yüzüne atar. Bunda da ona maglûp olursam. Yalniz basina namaz kildigi zaman yanina giderim. Ve ona: çabuk çabuk kilmasini emrederim. O da baslar namazini çabuk kilmaya. Tipki horozun gagasi ile yerden bir seyler topladigi gibi. Bu isi ona yaptirmakta da basari kazanamazsam, bu sefer cemaatla namaz kilarken, onun yanina varirim. Orada onun basina bir gem takarim. Basini imamdan evvel secdeden ve rükûdan kaldiririm. Imamdan evvel de, secde ve rükû yaptiririm. Iste O böyle yaptigi için kiyâmet günü, Allah onun basini esek basina çevirir. O kimse, bunda da beni yenerse bu defa ona namazda parmaklarini çitirdatmasini emrederim. Böylece o beni tesbih edenlerden olur. Ama ona bu isi namazda yaptirmaya muvaffak olursam, sayet o bu esneme esnasinda elini agzina kapamazsa. Onun isine küçük bir seytan girer, dünya hirsini ve dünyevî baglarini çogaltir. Iste bundan sonra o kimse, hep bize itaat eder. Sözümüzü dinler. Dediklerimizi yapar. Seytan bundan sonra konusmasina devam etti:
-Sen, ümmetin hangi saadetinden ferah duyarsin ki? Ben onlara tuzaklar kurarim. Ne tuzaklar. Miskinlerine, çaresizlerine ve zavalillarina giderim. Namazi birakmalarini emrederim. Ve onlara derim ki:
-Namaz size göre degil. O, Allah'in afiyet ihsan ettigi ve bolluk verdigi kimseler içindir. Sonra hastalara giderim.
- Namaz kilmayi birak. Derim. Çünkü Allah-ü Teâla «Hastalara zorluk yok» buyurdu. Iyi oldugun zaman çokca kilarsin ve böylece, o namazini birakir hattâ küfre de girebilir. Sayet o hastaliginda namazi terkederek ölüp giderse. Allah'in huzuruna çikarken Allah'ü Teâla'yi öfkeli bulur. Sonra söyle dedi:
-Ya Muhammed, eger bu sözlerime yalan kattimsa, beni akrep soksun. Sonra. Eger yalan varsa. Allah'tan dile; beni kül eylesin. Iblis bundan sonra konusmalarina devam etti ve söyle dedi:
-Ya Muhammed, sen ümmetin için ferah mi duyuyorsun? Halbuki, ben onlarin altida birini dinden çikardim. Bundan sonra. Resûlullah (s.a.v.) efendimiz ona, yani Iblis'e asagidaki sekilde bazi kisa sorular sordu. O da bunlara cevap verdi.
- «Ya lâin, senin oturma arkadasin kim? - Faiz yiyen.
- «Dostun kim?» - Zina eden.
- «Yatak arkadasin kim? - Sarhos.
- «Misafirin kim?» - Hirsiz.
- «Elçin kim?» - Sihirbazlar.
- «Gözünün nuru nedir?» - Kari bosamak.
- «Sevgilin kim?» - Cuma namazini birakanlar.
Resulullah (s.a.v.) efendimiz bu defa baska bir mezvua geçti ve söyle sordu:
- «Ya lâin, senin kalbini ne kirar?» - Allah yolunda cihada giden atlarin kisnemesi...
- «Peki senin cismini ne eritir?» - Tevbe edenlerin tevbesi.
- «Peki cigerini ne parçalar, ne çürütür?» -Gece ve gündüz Allah'a yapilan istigfar.
- «Peki yüzünü ne burusturur?» - Gizli sadaka.
- «Peki gözlerini kör eden nedir?» - Gece namazi.
- «Peki basini egdiren nedir?». - Çokca cemaatle kilinan namaz.
Resûlülllah (s.a.v.) efendimiz tekrar bir baska mevzua geçti ve söyle sordu:
- «Sana göre insanlarin en saadetlisi kimdir?» - Namazini bilerek, kasden birakanlar.
- «Peki sana göre insanlarin en sakisi kimdir?» - Cimriler.
- «Peki seni isinden ne alikoyar?» - Ulema meclisleri.
- «Peki yemegini nasil yersin?» -Sol elimle parmaklarimin ucu ile.
- «Peki sam yeli estigi zaman ve ortaligi sicaklik bastigi zaman çocuklarini nerede gölgelendirirsin?»
- Insanlarin tirnaklari arasinda. Resûlüllah efendimiz, bundan sonra, baska mevzuu sordu. Iblis de cevap verdi.
- «Rabbinden neler talep ettin? - On sey talep ettim.
- «Nedir onlar ya lâin?»
1) Allah'tan dilerim ki beni Ademogullarinin malina ve evlâdina ortak ede. Bu ortaklik talebimi yerine getirdi ki, bu;
- «Onlara ortak ol. Mallarina ve çocuklarina. Onlara vaadet. Halbuki seytan onlara en çok gurur vaadeder» Ayet-i celîlesi ile sabitti. Her besmelesiz kesilen hayvan etinden yerim. Faiz ve haram karisan yemekten de yerim. Seytandan, Allah'a siginilmayan malin da ortagiyim. Cinsî münasebet âninda da; Allah'a seytandan siginmayan kimse ile birlikte hanimi ile birlesirim ve o birlesmeden hasil olan çocuk, bize itaat eder, sözümüzü dinler. Her kim hayvana binerken helâl yola gitmeyi degil de, aksini isteyerek binerse, ben de onunla beraber binerim. Yol arkadasi ve binek arkadasi olurum. Bu da âyet-i kerîme ile sabittir. Allah-ü Tealâ, bana su emri verdi:
- «Onlar üzerine süvarilerinle, piyadelerinle yaygara çikart.»
2) Allah-i Tealâ'dan diledim ki: Bana bir ev vere. Bu dilegim üzerine hamamlari bana ev olarak verdi.
3) Diledim ki Bana bir mescid vere. Pazar yerlerini bana birer mescid yapti.
4) Benim için bir okuma kitabi vermesini istedim. Siirleri bana okuma kitabi yapti.
5) Diledim ki: Benim için bir ezan vere. Mezmurlari verdi.
6) Diledim ki: Bana bir yatak arkadasi vere. Sarhoslari verdi.
7) Diledim ki: Bana yardimcilar vere. Bunun için de kaderiye mensuplarini verdi.
8) Diledim ki: Bana kardesler vere. Mallarini bos yere israf edenleri verdi. Bir de masiyet yolunda para harcayanlari. Bunlar da su âyet-i kerime ile sabittir:
- «O kimseler ki: Mallarini bos yere harcarlar. Onlar seytanin kardesleri olmuslardir. »
Bir ara Resûlüllah (s.a.v.) efendimiz söyle buyurdu:
- «Eger söylediklerini, Allah'in kitabindaki ayetlerle isbat etmeseydin seni tasdik etmezdim.» Bundan sonra Iblis devam etti:
9) Ya Muhammed! Allah'tan diledim ki, Ademogullarini ben göreyim; ama onlar beni göremezler. Bu dilegimi yerine getirdi.
10) Diledim ki: Ademogullarinin kan mecralarini bana yol yapa bu da oldu. Böylece ben, onlar arasinda akip giderim. gezerim. Hem nasil istersem. Bütün bu istediklerimi verdi. Hepsi sana verildi buyurdu ve ben bu hallerimle iftihar ederim. Sonra sunu da dileyeyim ki; benimle beraber olanlar seninle beraber olanlardan daha çoktur. Iste böylece kiyâmete kadar Ademogullarinin ekserisi benimle beraber olurlar. Bundan sonra Iblis söyle anlatti:
-Benim bir oglum vardir. Adi ATEME'dir. Bir kul, yatsi namazini kilmadan uyursa» gider; onun kulagina bevleder. Eger böyle olmasaydi; imkan yok insanlar namazlarini eda etmeden uyumazlardi. Benim bir oglum daha vardir ki: onun adi da MUTEKAZI'dir. Bunun vazifesi de; yapilan gizli amelleri yaymaya çalismaktir. Meselâ: Bir kul, gizli bir itaat islerse ve bu yaptigini da gizlemeye çalisirsa MUTEKAZI onu dürter. En sonunda o gizli amelin yayilmasina ve açiga çikartmaya muvaffak olur. Böylece: Allah-ü Teâla o amel sahibinin yüz sevabinin doksan dokuzunu imha eder. Biri kalir. Çünkü, bir kulun yaptigi gizli bir amel için tam yüz sevap verilir. Sonra. Benim bir oglum daha vardir ki: Onun adi da KUHAYL'dir. Bunun isi de insanlarin gözlerini sürmelemektir. Bilhassa ulema meclisinde ve hatip hutbe okurken. Bu sürme onlarin gözüne çekildi mi, uyuklamaya baslarlar. Ulemanin sözlerini isitmezler. Böylece hiç sevap alamazlar. Bundan sonra, Iblis söyle anlatti:
- Hangi kadin olursa olsun, onun kalktigi yere seytan oturur. Her kadinin kucaginda mutlak bir seytan oturur. ve onu bakanlara güzel gösterir. Sonra, o kadina bazi emirler verir. Meselâ: Elini kolunu. disari çikar göster, der. O da bu emri tutar. Elini kolunu açar, gösterir. Bundan sonra, o kadinin haya perdesini tirnaklari ile yirtar. Iblis bundan sonra; Resûlüllah (s.a.v.) efendimize kendi durumunu anlatmaya basladi.
-Ya Muhammed, bir kimseyi delâlete sürüklemek için elimde bir imkân yoktur. Ben ancak vesvese veririm ve bir seyi güzel gösteririm, o kadar. Eger delâlete sürüklemek elimde olsaydi, yeryüzünde Allah'tan baska ilah yoktur ve Muhammed Allah'in Resûlüdur, diyen herkesi. Oruc tutani ve namaz kilani hiç birakmazdim, hepsini delalete düsürürdüm. Nasil ki, senin elinde de hidayet nev'inden bir sey yoktur. Sen ancak Allah'in Resûlüsün ve teblige me'mursun. Sayet hidayet elinde olsaydi; yeryüzünde tek kâfir birakmazdin. Sen Allah'in halki üzerine bir hüccetsin. Ben de, kendisi için ezelde sekavet yazilan kimselere bir sebebim. Said olan kimse ta, ana karninda iken, saiddir. Saki olan da, yine ana karninda iken sakidir. Saadet ehli kilan Allah, sekavet ehli kilan da Allah. Bundan sonra... Resûlullah (s.a.v.) efendimiz su iki âyet-i kerîmeyi okudu:
- Bunlar, ta, sonuna kadar böyle degisik sekilde devam edecek, ancak Rabbin esirgedikleri hariç. Allah'in emri behemahal yerini bulan bir kaderdir. Bundan sonra, Resûlullah (s.a.v.) efendimiz, Iblis'e söyle buyurdu:
-«Ya Ebâ Mürre! Acaba senin bir tevbe etmen ve Allah'a dönmen mümkün degil mi? Cennete girmene kefil olurum. Söz veririm,.» Bunun üzerine Iblis söyle dedi:
-Ya Resûlallah, is verilen hükme göre oldu. Karari yazan kalem de kurudu. Kiyamete kadar olacak isler olacaktir. Seni Peygamberlerin efendisi kilan cennet ehlinin hatibi eyleyen ve seni halki içinden seçen ve halki arasinda bir gözde yapan, beni de sakilerin efendisi kilan ve cehennem ehlinin hatibi eyleyen Allah, bütün noksan sifatlardan münezzehtir ve Iblis cümlelerini söyle tamamladi:
-Iste bu söylediklerim, sana son sözümdür ve bütün söylediklerimi de dogru söyledim.
 
    
şeytanın oyunu

-İsrailoğulları arasında biri vardı. İbadethanesinde ibadet ederdi. İsmi Âbid Bersesisa idi. Duası makbul bir kimseydi. İnsanlar hastalarını ona getirirlerdi. O da onlara dua edince iyi olurlardı.
İblis, şeytanlarını çağırdı ve sordu:
- Bu abidi kim yoldan çıkarabilir? O sizi artık aciz bıraktı.Ona bir şey yapamıyorsunuz.
Şeytanlardan bir ifrit dedi ki:
-Onu ben fitneye düşürebilirim. Eğer ben onu yoldan çıkarmazsam, senin yakının değilim.
Bunun üzerine İblis:
-Sen ona git dedi. O ifrit şeytan yola çıktı. İsrailoğulları sultanlarından birinin konağına girdi. Sultanın zamanın en güzeli sayılan bir kızı vardı. Babası, anası ve kardeşleri ile beraber oturuyordu. O kızı çarptı, aklını aldı.Delirtti. Üzerine üşüştüler, ama çaresiz kaldılar.
Sonunda delilerin yanına atıldı. Günlerce orada kaldı. Günün birinde o ifrit, insan süretinde geldi. Onlara şöyle dedi:
-Eğer o kızın iyileşmesini istiyorsanız, falan rahibe götürün. Ona okur, duâ eder. Böylece iyileşir.
Alıp götürdüler. Rahip ona duâ edince; iyileşti. Hastalığından kurtuldu.
Dönüp geldiler, hastalığı yeniden geldi. Bu defa insan kılığındaki ifrit onlara şöyle dedi:
-Eğer onun tamamen iyileşmesini istiyorsanız, bırakın o rahibin yanında bir kaç gün kalsın.
Kızı götürüp rahibin yanına bıraktılar. Rahip yanında kalmasını istemedi, ama kalması için ısrar ettiler; bırakıp gittiler.
Rahip, gündüzleri daima oruç tutar, geceleri ise, ibadetle geçirirdi.
Rahip yemeğe oturduğu bir sırada,ifrit kızın cinnetini tazeledi. Her yanını açtı; ama rahip ondan yüz çevirdi.
Bu iş böylece uzayıp gitti; günün birinde rahip onun yüzüne ve vücuduna baktı. Benzeri görülmemiş bir yüz ve benzeri görülmemiş bir vücut olduğunu gördü. Dayanamadı , ona yanaştı, vuslata erdi.
Bunun üzerine ifrit ona geldi; şöyle dedi:
-Sen, o kızla zina ettin. Bu yaptığın işten ötürü sultanın cezasından kurtulamayacaksın. Onu öldürmeli ve ibadethanene gömmelisin. Onu, sana sordukları zaman da şöyle dersin:
-Eceli geldi; öldü.Onlar, seni doğrularlar.
Kızın üzerine yürüdü, kesti, gömdü. Gelip kızlarını sordukları zaman, onlara kızın öldüğünü haber verince, inandılar, dönüp gittiler.
Bir başka rivayette ise, sordukları zaman onlara şöyle dedi:
-İyileşti evine gitti.
Onun bu sözüne inanıp gittiler. Akrabalarının evinde aramaya başladılar. Bu arada ifrit onlara geldi ve şöyle dedi:
-Rahip ona zina etti.Duyulacağından korkunca da kesip gömdü. Bunun üzerine sultan öc almak arzusu ile adamları ile rahibin yanına geldi. Kızın mezarını açtılar, boğazlanmış olduğunu gördüler.
Rahibi yakalayıp idam yerine götürdüler.
Rahip asılacağı sırada, ifrit geldi ve rahibe şöyle dedi:
-Sana bu yapılanları ben yaptım. Onu başkasının başkasının boğazladığını haber verip seni kurtaracağım. Onlar benim bu sözüme inanırlar. Eğer Allah'ı bırakıp bana secde edersen bunu yaparım.
Rahip:
Bu halde sana nasıl secde edeyim? Deyince, ifrit şöyle dedi:

-Başınla bana imalı secde et, razı olurum.
Rahip, böylece ona secde etti.
Bunun üzerine ifrit şöyle dedi:
-Ben senden uzağım.
Allahu Teâlâ bunu şöyle anlattı:
-"Şeytanın misali şöyledir ki, bir insana; inkâr et! der. O insan inkâr edince de şöyle der:
-"Ben, senden uzağım Ben, Âlemlerin Rabbi Allah'tan korkarım."
Her ikisinin akıbeti cehennemde sonsuz kalmaktır. Bu zalimlerin cezasıdır."(Haşr süresi, ayet 16,17)
 
    
şeytanla bir görüşme!

Şeytanla kabristanda karşılaştılar. Şeytan çok neşeliydi. Adam sordu: "Bu ne hâl?"
"Altın devrimi yaşıyorum." diye cevap verdi şeytan.
Adam anlamazlıktan geldi: "Ne demek istiyorsun?" "Sen de pekâla biliyorsun," dedi, "Asırlarca âhirzaman dedim durdum. Şimdi artık mutluyum. O Asr-ı Saadet'te neler çektiğimi bir ben bilirim. Hangi sahabeyi görsem dizlerimin takatı kesilirdi. Hele Ömer, onu görünce saklanacak delik arar, yolumu değiştirirdim. Daha sonra da rahat yüzü gördüm sayılmaz. Sahabeler gitti, müçtehidler geldi. Her asırda bir kutup, bir müceddid, nice alim, nice veli... Bana rahat yüzü mü gösterdiler?. Geylânî gitti, Gazali geldi; Rabbanî gitti, Mevlâna geldi.. Selçuklunun çöküşüyle biraz rahat edeceğimi sandım. Ne gezer. Al sana Osmanlı Ama şimdi altın devrimi yaşıyorum. Evet altın devrimi. Şeytan, daha sonra da bir nârâ atarak "Gün benim, devran benim" diye ekledi.
"Milyonlarca, milyarlarca insanı nasıl yoldan çıkarıyorsun? Bunu hangi kuvvetle yapıyorsun?" diye sordu adam.
Şeytan bir kahkaha savurdu: "Allah'ın onlara verdiği kuvvetle!" "Nasıl olur!?"
"Anlatayım," dedi şeytan. "İnsana takılan bütün âletler, duygular, verilen bütün hisler, kuvvetler hep Allah'ın ihsânı. Ben o insana Allah'ı unutturuyorum. İçine vesvese atıyor, ne lâzımsa yapıyorum. Oyunlar tezgâhlıyor, tuzaklar kuruyorum. Sonunda bana uyarsa, Allah'ın bu ihsanlarını benim istediğim yönde kullanıyor. İşte bütün mesele bu kadar basit."
"Demek sen Allah'ı biliyorsun?" diyerek hayretini belirtti adam.
Şeytan acı acı gülerek; "Öyle lâf ediyorsun ki şaşıyorum" dedi.
"Hiç bilinmeyen bir Zât'a isyan edilir mi? Onu bilmeyen mi var? Ama kimisi Kur'an'ı dinler, emirlerine uyar. Kimisi de beni dinler, isyan yolunu tutar. Bu ayrı mesele."
Adam, şeytana silahlarını sordu. "Bunları ezberlemeye hafızan yetmez," dedi şeytan. "En çok kullandıklarım dünya sevgisi, benlik dâvâsı, şehvet, gazap, hırs, haset, riya. Herkesin nabzına göre şerbet veririm. Birine aldanmazsa, diğerini sunarım. Kendime bağlayıncaya kadar peşini bırakmam. Bunu başardım mı işim kolaylaşır. Artık ben o kişinin ardına düşmem. 0 beni takip eder."
Şeytan onu bir kabre götürerek "Bak" dedi. Adam baktı. Toprağın altı da, üstü gibi seyredilebiliyordu
Şeytan, "Şu var ya," dedi, "Bil bakalım, erkek mi, kadın mı?"
"Ne bileyim ben," diye cevap verdi adam.
Şeytan "vaktiyle" dedi, "şu kemikler bir kadının, şu ileridekine de bir delikanlının bedenleri sarılıydı. İkisini de rahatlıkla parmağımda oynatıyordum. Bu kâinatı, ondaki harika hadiseleri, insanın mükemmel yaratılışını, ölümü, hesap gününü, kısacası, her hakikatı unutturdum onlara. Şehvetten başka birşey düşünmez oldular. Bir ömür boyu hayvan gibi yaşadılar. Şimdi de azap çekiyorlar."
Mezarlıkta biraz ilerlediler. Şeytan bir başka kabri gösterdi: "Bil bakayım," dedi, bu kemikler zengin kemiği mi, fakir kemiği mi?"
"Kemiklerden birşey anlaşılmıyor" dedi adam. Ama mezar taşından bu şahsın vaktiyle zengin biri olduğu belli.
"Evet," diye cevap verdi şeytan. "Ben bu adamı servetiyle gururlandırdım. Mal sevgisi gönlünde o kadar yer etti ki, işin birini bırakıp diğerine koşuyor, rüyalarında bile parayla uğraşıyordu. Ona rahat yüzü göstermedim. Gayri meşru kazançların peşinde koşturdum. Zâlim ettim, hırsız ettim, mağrur ettim... Bunlar onu mahvetmeye yetti; şimdi ilk hesabını veriyor. Şu berideki de bir fakirdi. Onu da bunun malına haset ettirdim. Kalbine kin ve nefret tohumları serptim. Bu kadarla da kalmadım, onu ruhî bunalımlara ittim. Sonunda kaderi tenkide kadar götürdüm. O da bir başka azap içinde. İşte bir taşla iki kuş vurmak diye buna denir."
Sözün burasında hiç alâkası yokken yine, "Şu Osmanlılar yok mu," diye içini çekti, şeytan" kendileri gittiler ama, yine de bana çok çektiriyorlar. Fakat ben de intikamımı iyi aldım."
"Nasıl aldın?' diye sordu adam.
"Anlatayım," dedi. Bunu söylerken göğsünü kabartmış, ellerini koltuklarının altına sokmuş, başını gururla dikmişti:
"Asırlarca dinin, îmanın ve namusun bayraktarlığını yaptılar. Nice plânlarımı akîm bıraktılar. Nice insanları Allah'a secde ettirdiler. Fakat, şimdi ne oldu? Onların torunları benim peşimdeler. Hâyâ perdelerini sıyırıp çöpe attım. Şimdi birbirlerinin namusuna kötü gözle bakmayı hüner sayıyorlar. Bu manzara beni keyfimden çıldırtıyor. Dahası da var. Dün Osmanlının isminden dehşete kapılan Avrupalı, bugün memleketinize rahatlıkla giriyor. İstediği gibi eğleniyor ve Meyhanelerinizde, kızlarınızın taşıdığı içkileri içiyorlar.Bu konuşmaları dinlerken adamın içinde bir sıkıntı belirmiş ve şeytanın kendisini ümitsizliğe düşürmek istediğini anlamıştı. Elbette daha fazla konuşturamazdı:
"Her kışın bir baharı, her gecenin bir neharı vardır." diye başladı söze. "işte şimdi bu bahara girmek üzereyiz. Sözünü ettiğin pespaye gençliğe bedel din, vatan millet için gece gündüz çalışan çırpınan, göz yaşı döken yeni bir gençlik daha yetişiyor. Hem de akıl almaz bir hızla. Bunu sen de biliyorsun. Nitekim onlarla durmadan uğraşıyorsun. Öyle değil mi?"
Şeytan adamın söylediklerini inkâr edemezdi. Ve yanından ayrılırken "evet" dedi biliyorum.
Ama yine de onlarla uğraşacağım." deyip, kaybolması bir oldu.
 
    
Sizin kefeninize ihtiyacımız yok

Şeyh Ebû Abdullah-ı Dineverî Hazretleri ömrünün son yıllarında seyahate çıkmıştı. Seyahat esnasında Vadiül-Kur'a denen yere vardı. Orada bir mescide yerleşti. Yorgunluk ve ihtiyarlık sebebiyle daha fazla yürümeğe mecali kalmamıştı. Orada ona hiçbir yiyecek vermedikleri gibi evlerine de misafir etmediler. O mübarek bir gece yatsı namazından sonra yine aç susuz mescidde kalakaldı. Cenab-ı Allah ömrünü tamamlamıştı. O gece mescidde vefat etti. Sabahleyin gelen cemaat ona kefen hazırlayıp, cenaze namazını kılarak defnettiler. Fakat bir Allah dostunu gücendirmişlerdi. Onlardan tabii ki Allah da razı olmayacaktı. Ertesi gün, mescide geldiklerinde o garip yolcuyu sarıp defnettikleri kefeni mihrapta buldular. Üzerinde bir parça kağıda şöyle yazılmıştı:
-Benim dostlarımdan birisi size geldi. Siz onu misafirliğe kabul etmediğiniz gibi yemek bile vermediniz. Benim dostum sizin bu merhametsizliğiniz yüzünden açlıktan mescitte vefat etti. Bizim sizin kefeninize ihtiyacımız da yoktur.
 
    
Somuncu baba

Hamidettin-i Aksarayi hazretleri Yıldırım Beyazıt zamanında Bursa'da ekmek yapar satardı. Onun ekmeklerini şehir halkı âdeta yağmalarcasına alırlardı. Nasıl bir hamur yoğuruyordu da, bu derece lezzetli ekmek yapıyordu, bu kimsenin malumu değil onun
"Somunlar ... Müminler ..." diye sokak aralarına, tatlı tatlı dökülen sesini duyunca, bütün Bursalı'lar birbirine girerdi.
Böylece Ulu Camii yapılırken orada çalışan işçilere kendi fırınında yaptığı somunlarını getirir ve dağıtırdı. O küçücük fırınında yapılan somunlar işçilere yeter ve herkes o somunlardan rızıklanırdı. Camide çalışan işçiler yemek saatinin gelmesini ve somuncu babalarının onlara taptaze sıcacık ve leziz somunlarından getirmesini dört gözle bekler, öğle saatini kollardı.
Nihayet Ulu Camii inşaatı bittiğinde; Yıldırım Beyazıt Emir Sultan Hazretlerine ilk hutbeyi okumasını söyler. Emir Sultan Hz. Padişah'a burada Hamidettin-i Aksarayi hazretlerinin ikamet ettiğini ve o varken hutbeyi okumanın kendisine düşmeyeceğini anlatır. Padişah'ta Somuncu baba'nın okumasını kendisinden rica etmesini söyler. Ve nihayet Israrlara dayanamayan Somuncu baba hutbeye çıkar.
Hutbe'de Fatiha süresinin yedi farklı tefsirini yapar. Tefsir bittikten sonra;
"Fatiha süresinin ilk tefsirini bütün cemaat anlar, ikinci tefsiri cemaatin büyük bir kısmı anlar, üçüncü tefsiri cemaatin yarısı anlar, dördüncü tefsirini cemaatin küçük bir kısmı anlar, beşinci tefsiri cemaatin çok azı anlar, altıncı tefsiri birkaç kişi anlar ve yedinci tefsiri sadece kendisi anlar"

Cemaat Somuncu babalarının ne kadar büyük bir Allah dostu Evliya olduğunu görünce cami çıkışında onun elini öpmek isterler. O mübarek Zat cemaat'in isteğini kıramaz ve Ulu Camiin üç kapısından çıkan cemaat'e elini öptürür. Böylece bütün cemaat Hazret'in elini öpme şerefine nail olur.
Artık dağılmaya başlayan cemaat kendi aralarında konuşurken kendilerinin somuncu babanın elini öptüğünü anlatırken birden farklı kapılardan çıktıkları halde elini öptüklerini anlarlar. Kendilerinin Somuncu babalarının kerametini görünce Somuncu babalarına koşarlar. Oradaki görevi biten Hazret artık gitmiştir. O günden sonra bir daha Bursa yakınlarında görülmez. Hamidettin-i Aksarayi Hazretleri Soluğu Kayseri'de alır.
 
    
Emeğinize sağlık .....
 
    
 
 

Similar threads


Üst Alt