Ömer'e Gelin Olmak ,dini hikayeler, dini hikayeler, dini bilgiler, islam dini, din ve islam

*t£b£ssüm*

EMEKLİ ADMİN
Nisan Forum
Katılım
21 May 2011
Mesajlar
835
Tepkime puanı
198
Puanları
83
Konum
İzmir

Hazret-i Ömer r.a. Halife.. Her zamanki tedbili kıyafet haliyle.. Gece... Medine sokaklarını dolaşıyor dolaşıyor... Karanlık gece... Bir evin önünden geçmekte... Evden sesler gelmekte... Acaba ne oluyordu? Durdu. Kulak kabarttı. Dinlemeye başladı. Bir anne ve kızı.

Anne:

-Kızım, yarın satacağımız süte su karıştır!

-Anne, Halife süte su karıştırmayı yasak etmedi mi?

-Kızım, gecenin bu saatinde Halifenin nereden haberi olacak, O şimdi yatağında uyuyor.

-Anne! Anne! Halife uyuyor, haberi olmaz diyorsun! Herşeyi bilen, gören ve herşeye kâdir olan Allahü teâlâ bizi görüyor, hâlimizi biliyor! Hilemizi insanlardan gizleyebiliriz, fakat herşeyi bilen ve gören Allah'tan nasıl gizlersin?
Hazret-i Ömer, bu kızın güzel ahlâkına çok hayran kaldı. Bu durumu hanımına da anlattı. Sonra da , o kızı oğlu Âsım'a nikâh etti. Kız Ömer'e gelin oldu.
Ömer'e gelin olmak o kadar kolay ki...
Allah'ın her şeyi bildiğini ve gördüğünü bilmek, ondan bir şey gizlenemeyeceğini idrak etmek ve o hal ile yaşamak o kadar o kadar kolay ki...
 
  
 
Annem Simdi Burada Olsa..

Kadın, evde bir karınca görüyor
Eğiliyor, karıncaya diyor ki, "Ah tatlım, sen buraya nereden geldin?
Seni çiğnerler Seni yuvana götüreyim mi?"

Çocuğu hemen koşup geliyor "Anne kiminle konuşuyorsun?"
"Karıncayla"
"Karınca seni anlar mı?"
"O anlamasa da sen anlarsın"

Karıncayı kâğıdın üzerine alıp yuvasına götürüyorlar..
O gün çocuk, düşen bir arkadaşının elinden tutuyor, kaldırıyor..



Bir başka anne karıncayı görüyor,
"Geberecek! nerden geldin!" diyor ve karıncayı öldürüyor ..
Onun çocuğu da arkadaşına tekme atıyor..

Bediüzzaman Hazretleri bu meseleyi şöyle açıklıyor:

"İnsanın en birinci üstadı ve tesirli muallimi, onun validesidir.
Ben bu seksen sene ömrümde, seksen bin zatlardan ders aldığım halde,
kasem ediyorum ki, en esaslı ve sarsılmaz ve her vakit bana dersini tazeler gibi,
merhume validemden aldığım telkinat ve mânevî derslerdir ki, o dersler fıtratımda,
adeta maddî vücudumda çekirdekler hükmünde yerleşmiş..
Sair derslerimin o çekirdekler üzerine bina edildiğini aynen görüyorum"

Kadınlardan peygamber gelmemiştir, fakat her peygamberin annesi kadındır ..
Pek çok evliya asfiya ve alim, annesini öğretmen bilmiştir. Çünkü annesi çocuk için her şeydir..

Annemle ilgili unutamadığım bir hatıram vardır..

Köyümüzde delikanlıların hepsi sigara içerdi.
Ben de delikanlı olduğumu ispat etmek için gazete kâğıdına mısır püskülünü sardım, sigara yaptım.
Onu ağzıma aldım. Ot biçen annemin yanına gittim. Gururlu bir edayla, "Anne baksana!" dedim.
Annem baktı, hemen yanıma geldi Dedi ki, "Bu orağı al, beni öldür, ondan sonra sigara iç!"
"Yahu anne ne oluyor?" dedim. Hem ağlıyor, hem yalvarıyor. "Ne olursun, sigara içmeni istemiyorum"..
Deli desem, değil. Bir sigara için bu hal ne? Sanki çıldırdı. Ben de kızdım .
"Bu işi niye büyüttün, içmeyeceğim!" dedim .Sigarayı attım Beni kucakladı..

"Aman oğlum, hiç içme" dedi "Tamam anneciğim, içmem"

Dua etti. Çok güzel dualar. Ah o anamın duaları..

Aradan yıllar geçti..

Askerî okuldayım. Arkadaşlarımın çoğu sigara içer, ben içmezdim. Hiçbir zaman da sigara içmedim .
Çünkü ne zaman sigara görsem, annemin ağlayan, "içme!" diyen yüzü geliyor aklıma
Ben 80 yaşımdayım. Amma annem şimdi burada olsa, yine onun çocuğu olur, dizlerine yatar uyurdum.
 
    
Babami Alin Ama Başörtümü Almayin

Huseyn’in mihriban kızı Hz Rugeyye

Kerbela’da önce ağabeyi Ali Ekber, sonra amcası Hz Abbas ve daha sonra da babası Eba Abdullah İmam Huseyn şehid düşmüştü

Yezid ordusu arsızca, alçakça çadırlara saldırıyor ve gözlerini kırpmadan ateşe veriyordu Şehid çocukları büyük korku içerisinde kaçışmaktalar Elbiseleri ateş almıştı

Hiç bir şeye acımayan Yezid ordusu Peygamber torunu Hz Rugeyye’nin kulağından küpesini bile koparmaktan geri durmadı Acılar içerisinde ağlıyordu Hz Rugeyye, halası Hz Zeyneb kucağına sığınmıştı Yezid ordusunun gözü o kadar dönmüştü ki Zeyneb’in kucağındaki Rugeyye’yi tekmeliyordu Üç yaşındaki bu masum yavrunun her yeri mosmor olmuş, kulaklarından kan gelmişti Canı çok acıyordu Sadece, gelen darbelere karşı kolunu uzatarak savunmaya çalışıyordu o narin bedenini…

Hz Rugeyye’nin bu darbelere karşı sabrı ve gücü vardı

Ama

Öyle bir an geldi ki, gözleri dönmüş bu zalimler Hz Rugeyye’nin başından başörtüsünü almaya çalıştılar! Hz Rugeyye feryad ediyordu, yezid askerlerine:

“Babamı alın ama, başörtümü almayın…!”

Canlar o mübarek canına feda ey Hz Rugeyye!

Daha o küçücük yaşında gelecek nesillere kandil olan Huseyn’in mihriban kızı Rugeyye’ye selam olsun…!

Üç yaşlarındaki bu Ehl-i Beyt kandili, Allah’ın emri olan başörtüsü için, İslami hicabın muhafaza ve müdafaası için babasını bile kurban edebiliyor…!

Çünkü Allah’ın rızaiyeti oradaydı…

İnam Hüseyin Allah’ın rızaiyeti için altı aylık yavrusundan, İmam Hüseyin’in kızı Hz Rugeyye de babasından geçiyordu…

Bizim canımızı alın…

Bizim babamızı alın…

Bizi zindanlara atın…

Ama

Allah’ın emri olan başörtümüzü başımızdan almayın…!

Madem ki “her yer Kerbela her gün Aşura” diyoruz… O halde zamanın Kerbela’larında, Hüseyincesine bir adayış, Rugeyye gibi adananlarımız nerede…?

Zamanın Yezidleri başörtülerimizi alıyor, koruyanlarımız, savunanlarımız nerede?
 
    
Rüyada Bildirilen Beş Sır

Önceki Peygamberlerden birisi, bir gün bir rüyâ görür. Rüyâsında kendisinden, sabahleyin kalkınca karşısına ilk çıkan şeyi yemesi, ikinci olarak karşılaştığı şeyi gizlemesi, üçüncü olarak karşılaştığı şeyi kabûl etmesi, dördüncü olarak, karşılaştığını yeise, ümitsizliğe düşürmemesi, beşinci olarak karşılaştığından da kaçması istenir.

Sabah olur. O peygamber aleyhisselâm kalkınca, karşısında gözüne ilk çarpan büyük ve kapkara bir dağ olur. Bu manzara karşısında duraklar, hayrete düşer ve kendi kendine, "Rabbim bana onu yememi emretti. Rabbim bana, gücümün yetmeyeceği şeyi emretmez" diye düşünür.

Onu yemeğe azmederek oraya doğru yürür. Fakat yanına yaklaşınca dağ birden küçülür, küçülür ve baldan daha tatlı bir lokma hâline gelir. Peygamber onu yiyerek yola koyulur.


Biraz gidince karşısına altın bir tas çıkar. Hemen bir çukur açarak onu toprağa gömer ve tekrar yola koyulur. Fakat biraz gittikten sonra dönüp arkasına baktığında altın tasın toprağın üstüne çıkmış olduğunu görür. Geri döner. Onu tekrar gömerek yine yoluna devam etmek üzere hareket eder. Fakat biraz gidince yine dönüp geriye baktığında, altın tasın yine dışarıda olduğunu hayretle müşâhede eder. Bu dönüp gömmeler birkaç defa tekrarlandığı hâlde altın tas yine üste çıkar. Nihâyet peygamber, "Ben, Rabbimin bana olan emrini yerine getirdim" diyerek onu gömmek için bir daha geri dönmez ve yoluna devam eder.

Biraz gidince, kendisine doğru gelen bir kuşla karşılaşır. Kuşun peşinde de bir şâhin var. Kuş, "Ey Allahın nebîsi, beni kurtar" diyerek Peygamberden yardım ister, Peygamber de onu himâyesine alarak, "Üçüncü olarak karşılaştığın şeyi kabûl et" emri gereğince onu yeninin içine saklar.

Bu arada onu avlamak için peşinden gelmekte olan şâhin gelip, "Ey Allahın nebîsi, ben aç idim. Sabahtan beri onu avlayıp karnımı doyurmak için uğraşıyordum. Tam yakalayacağım sırada onu benden aldın. Rızkıma mâni olma!" der. Bu sırada Peygamber aleyhisselâm, "Benden, üçüncü olarak karşılaştığımı kabûl etmem, dördüncü olarak karşılaştığımı da yeise düşürmemem istenmişti. Üçüncü bu kuş. Onu kabûl edip kurtardım. Ya dördüncüyü ne yapayım? Onu ümitsizliğe düşürmemem lâzım" diye düşünür. Yanında bulunan etten biraz keserek beklemekte olan avcı kuşa atar. O da onu alıp gider. O uzaklaşınca saklamakta olduğu kuşu da salıvererek yoluna koyulur.

Yolda ilerlerken beşinci olarak pis kokulu bir cîfe, pislik ile karşılaşır. Geceki rüyâ gereğince ondan da süratle uzaklaşır. O gece rüyâsında kendisine gündüz olan hâdiselerdeki hikmet, sır şöyle izâh edilir:

"Birinci olarak, çok büyük ve kapkara bir dağ olarak gördüğün ve sonradan baldan daha tatlı bir lokma hâline gelen şey, öfke ve kızgınlıktır. Öfke, önce büyük bir dağ hâlindedir. Sabır edildiği ve yenildiği zaman baldan daha tatlı bir lokma olur.

İkinci olarak karşılaştığın altın tas, güzel ve iyi amellerdir. İyi ve güzel ameller, hareketler, davranışlar ne kadar örtülürse örtülsün, yine de açığa çıkar ve kendilerini belli ederler.

Üçüncü olarak, sakladığın kuş, sana sığınana ihânet etmemeni, himâyene almanı öğretmek istemektedir.

Dördüncü hâdise, birisi senden bir şey istedi mi, kendi ihtiyâcın olsa bile onun hâcetini görmek gerektiğine işârettir.

Beşinci olarak karşılaştığın ve kendisinden kaçtığın pis kokulu cîfe gıybete işârettir. Gıybet eden, ötekini-berikini çekiştiren insanlardan, pis kokulu cîfeden kaçarcasına kaç!..
 
    
Bebek Ve Pişmanlık


Genç kadın, bebeğin güzelliği karşısında büyülenmiş gibiydi Kıvırcık sarı saçları, iri mavi gözleri,kalkık bir burun ve küçük kırmızı dudaklarıyla bir kartpostalı andıran bebek, kadının şimdiye kadar gördüğü en cana yakın kız çocuğuydu
Onun ipek yanaklarını daya doya öpmek ve cennet kokusunu içine çekmek için eğildiğinde:
"Dokunma bana!" diye bir ses duydu
"Beni okşamaya hakkın yok senin"
Kadın korkuyla irkilip etrafına bakındı Bebekle kendisinden başka içerde kimse yoktu Aynı sesi tekrar duyduğunda bebeğe döndü
Aman Allahım! Yeni doğmuş gibi görünmesine rağmen konuşan oydu

"Bana yaklaşmanı istemiyorum" diye devam etti

"Hemen uzaklaş benden"
Kadın, biraz olsun kendini toplayarak:
"Çocuklarımız hep erkek oluyor" dedi
"Onlar da güzel ama kız çocukları başka Bu yüzden seni öpmek istedim"
"Beni öpemezsin" diye ağlamaya başladı bebek
"Benim de seni öpemeyeceğim gibi"
"Neden?" diye sordu kadın

"Neden öpemezsin ki?"
Bebek, hıçkırıklara boğulurken:
"Bunun sebebini bilmen gerekir" dedi
"Düşünürsen mutlaka bulacaksın" Kadın, neler olup
bittiğini hatırlamak üzereyken kendine geldi Özel bir hastanenin en lüks odasında yatıyor ve narkozun tesirinden midesi bulanıyordu Aile dostları olan tanınmış doktor, odayı dolduran çiçeklerden bir tanesini vazodan çıkartıp kadına uzatırken:
"Geçmiş olsun hanımefendi" dedi
"Başarılı bir kürtajdı doğrusu
Ha! Sahi, "kız"mış aldırdığınız bebek"

 
    
Şeytan Namaza Kaldırdı


Sultan-ül Arifin Bayezid-i Bestami (k.s) Hazretlerini, bir gece uyku bastırıp, sabah namazına uyanamadı.Sabahleyin namazını kaza edip o kadar ağladı ve inledi ki, sonunda kendisine ilham olundu ve şöyle dendi:
-“Ey Bayezid, bu günahını affeyledim.Bu pişmanlık ve ağlamana da, ayrıca yetmiş bin namaz sevabı ihsan eyledim.”
Aradan bir müddet geçtikten sonra onu, yine uyku bastırdı.Şeytan gelip Bayezid-i Bestami (k.s) Hazretleri`nin mübarek ayağından tutarak uyandırdı ve;
-“Kalk namazın geçmek üzeredir.” dedi.Bayezid-i Bestami (k.s) Hazretleri, Şeytan`a;
-“Ey mel`un! Sen hiç böyle yapmazdın.Herkesin namazının geçmesini kazaya kalmasını isterdin.Şimdi nasıl oldu da benin uyandırdın?” buyurunca,Şeytan şu cevabı verdi:
-“Birkaç ay önce sabah namazını kaçırdığında, pişmanlığın ve üzüntün sebebi ile çok ağlayıp inlediğin için affolunmuş idin ve ayrıca yetmiş bin namaz sevabı almıştın.Bu gün, onu düşünerek sadece vaktin namazının sevabına kavuşasın da, yetmiş bin namaz sevabına kavuşamayasın diye seni uyandırdım.” dedi.

 
    
Allah'ım Beni Harama Bakmaktan Koruyor


Adı Bilgehan. Yalova Lisesi lise ikinci sınıf öğrencisi. İçi gibi dışı; dışı gibi de içi pırıl pırıl bir genç.


Her derse olduğu gibi din dersine de çok ilgili ve meraklı olan Bilgehan, yaz tatillerinde, hafta sonu tatillerinde boş durmaz, beraberce Kur'an-ı Kerim okurduk. Namazlarını geçirmez, ibadetine düşkün, karınca incitmekten çekinen hassas bir vicdan sahibi.


Bir gün içi dışı heyecan dolu gözlük çerçevesinin üzerinden dolu dolu gözlerle bana bakarak:

- Hocam Allah'ım beni harama bakmaktan koruyor, demişti.

- Hayrola ne yapıyorsun Bilgehan, diye sorduğumda Bilgehan'ın cevabı Sahabe-Kiram gençlerinden birisinin cevabı gibiydi sanki.

- Hocam gözlüğümün camları miyop birisi dört buçuk numara diğeri de beş numara. Gözlüğümü çıkardığım zaman görmekte güçlük yaşarım. Okuldan çıkınca gözlüğümü çıkarıp cebime sokuyorum, evime gidene kadar hep yere baka baka gitmek zorunda kalmıyorum. İnsanları seçemiyorum, karşıdan gelen, yanımdan geçen hanımlar mini eteklimi? Kot pantolonlu mu? Hiç göremiyorum, böylece Allah'ım beni harama bakmaktan koruyor.




İşte bu zamanda böylesi de var mı sorusu akla gelebilir. Var hem de ne kadar çok, bir bilseniz.
 
    
Annenin dünya çilesi

Hz. peygamber'in(s.a.v)gözbebeği,seyyidlerin annesi Hz Fâtıma(r.ah),el değirmenlerinde elleri kabarıpyara olana kadar un öğütürve hamur yoğururdu. Bir gün bu durumu Hz Ali'ye (r.a)açtı.Hz ali(r.a)"o zaman babana söyle gelen esirlerden senin için bi hizmetçi versin"dedi. Hz Fâtıma(r.ah), Hz Resûlullah'a (s.a.v) giderek, "ya Resûlullah, işlerimde yardımcı olacak üzerimden ağırlığı kaldıracakbir yardımcıya ihtiyacım var! deyince Resûllullah(s.a.v)
"Suffe ehli fakir müslümanlarihtiyaç içnde ikensize nasıl bir hizmetçi ayırayım.Sana bir hizmetçiden daha hayırlı birşey söyleyeyim mi? diye sordu, Hz Fâtıma(r.ah)
"evet ya Resûlullah diyince , Peygamber efndimiz(s.a.v)şöyle buyurdu:
"uyumadan önce sübhânellah, elhamdülillah ,allahüekber deyin ve'la ilaheillallahuvahdehu la şerike lehu'zikriyle yüze tamamlayınbu sizin için hizmetçiden daha hayırlıdır.
Peygamber efendimiz(s.a.v)kızına iki hizmet şekli belirlemişti:birincisi yüce rabbine karşı görevleri, diğeri kocasının ev işleri. Böylece Allah resûlu sevgili kızını bir yandan ibadet, diğer yandan hizmetle olgunlaşmasını sevap almasını ve gelecek nesillere örnek olmasını istiyordu.
İnsanı cennete götüren güzel ahlakın bir tarifi şudur:Allahın emirlerini ihlâsla yerine getirmek;O'nun yarattıklarına sevgi ile hizmet etmektir.
Bu hizmete en yakından başlanır.

 
    
Yoksul ve Zengin


Resül-i Ekrem (s.a.v her zamanki gibi meclisinde oturmuş ve dostları da etrafında halka şeklinde, onu bir yüzük taşı gibi ortaya almışlardı. Bu arada eski elbiseli fakir bir müslüman kapıdan içeriye girdi. İslami adetlere göre herkes her hangi mevkide olursa olsun bir oturuma girince nerede boş yer bulursa hemen oraya oturmalıdır. 'Benim canım şurasını istiyor' görüşüyle özel bir yere oturmak gerekmez. O adam etrafına bakındı ve boş bir yer buldu; gitti oraya oturdu. Tesadüfen ileri gelen zenginlerden birisinin yanına oturmuştu. Zengin adam elbisesini toplayarak ondan bir az uzaklaştı. Bu hareketleri izleyen Resul-i Ekrem (s.a.a) ona dönerek:

- Fakirliğinden sana bir şey geçer diye mi korktun?

- Hayır ya Resülallah.

- Servetinden ona bir pay düşer diye mi korktun?

- Hayır ya Resülallah.

- Elbiselerin kirlenir diye mi korktun?

- Hayır ya Resülallah.

- O halde niçin yanından uzaklaşıp bir kenara çekildin?
- Yanlış bir iş yaptığımı ve hata ettiğimi itiraf ediyorum. Şimdi bu hatamın telafisi ve bu günahımın keffaresi olarak servetimin yarısını bu müslüman kardeşime vermeye hazırım dedi. Çünkü ona karşı yanlış bir hareket yaptım. Beni bağışlayın ya Resülallah.

- Eski giyimli adam: Fakat ben bunu kabul etmeye hazır değilim.

- Cemaat: Niçin?
-Çünkü bir gün beni de bir gururun sarmasından ve bir müslüman kardeşime, bu gün bu şahsın bana yaptığı gibi, aynı hareketi yapmaktan korkuyorum, der.
 
    
Kabirde Konuşan Genç

Takva sahibi olmak, hayatın her döneminde güzel. Ama fırsatlar çağı gençlikte bir başka güzel. Güce, kuvvete, güzelliğe rağmen günahlardan sakınanların mükafatı ebedi mutluluk. Hayatın baharı şeytana satılmazsa, sonsuz bahar bir adım ötede.

Hz. Ömer'in (R.A.) halifeliği döneminde ibadet ehli, son derece takva sahibi bir genç vardı. Hz. Ömer'in hayret ve takdirle izlediği bu gencin kalbi, Allah ve Rasulü'nün (A.S) sevgisiyle doluydu. Vakit namazlarında cemaati kaçırmaz, namazdan çıkar çıkmaz evine döner ve ihtiyar babasının hizmetini görürdü.

Bu gencin evine giden yolu bir kadının kapısının önünden geçiyordu. Kadın her defasında gencin yoluna çıkarak çirkin tekliflerde bulunuyor, fakat genç, Allah korkusundan ona iltifat etmiyordu.

Yine bir gün yatsı namazını kıldıktan sonra evine giderken, kadın tekrar karşısına çıktı. Bu sefer bütün maharetini kullanarak genci kandırmayı başardı. Fakat genç, kadının ardı sıra eve girerken birden bire Allahu Tealâ Hazretleri'ni hatırladı ve korkuyla dilinden şu ayet döküldü:

'Takvaya erenler (var ya); onlara şeytandan herhangi bir vesvese iliştiği zaman (Allah'ın emir ve yasaklarını) hatırlayıp, hemen gerçeği görürler.' (A'raf/201)

Hemen ardından da bayılarak düştü. Kadın hizmetçisini çağırdı. Genci tutarak evinin önüne getirip koydular. Sonra da kapıyı çalarak babasına haber verdiler. Babası dışarı çıkınca, oğlunu baygın bir vaziyette kapının önünde buldu. Komşulardan bir kaçı genci tutup eve taşıdılar. Uzun bir müddet baygın kalan genç kendine gelince, babası:

- Evladım neyin var ne oldu? diye sordu. Oğlu:

- Bir şeyim yok. dedi. Babası:

- Allah aşkına söyle! deyince, oğlu başından geçenleri anlattı. Babası:

- Hangi ayeti okumuştun? diye sordu. Genç, ayeti okudu ve tekrar kendinden geçti. Bir de baktılar ki genç ruhunu teslim etmiş. Bunun üzerine genci yıkadılar ve gece vakti götürüp göz yaşlarıyla defnettiler. Sabah olunca olay Hz. Ömer'e bildirildi. Hz. Ömer, gencin babasına gelerek başsağlığı diledi ve:

- Bana niye haber vermedin? diye sordu. Gencin babası:

- Ey Mü'minlerin Emiri, vakit geceydi. dedi. Hz. Ömer:

- Bizi onun kabrine götürün. dedi. Hz. Ömer ve beraberindekiler gencin kabrine geldiler. Hz. Ömer (R.A):

- Ey filan kişi! Rabbin makamında durmaktan korkanlara iki cennet var. (Rahman/46) dedi. Kabirdeki genç konuşup:

- Ya Ömer! Rabbim Cennette bana onları iki defa verdi. diye cevap verdi.
 
    
Emeğinize sağlık .....
 
    
 
 

Similar threads


Üst Alt