Zümrüt

Aytül

Active Member
Nisan Forum Üyesi
Katılım
11 Mar 2014
Mesajlar
266
Tepkime puanı
6
Puanları
38


2, (İ)’ DE SON



Köy yerinde, köylü kısmının yıllar ötesinden gelen alışkanlığıdır kızlarını
ve oğlanlarını erken yaşta evlendirmek. Sanki onları bir an evvel
evlendirmek için doğurur, büyütür, yedirir içirirler. Tek görevleri, onları
çocuk yaşlarında evlendirmekmiş gibi bekler ve adayları belirleyip kararlar
vermeye dururlar.

Bu alışkanlıklara, bu inanışa sahip bir anne ve babanın kızı olan
Zümrüt.Daha ilkokulu bitireli iki yıl geçmişti ki, evlenmenin ve oğlanların
adını duymaya başladı. Yaşıtlarına göre daha iri ve daha serpilmiş olmasına
rağmen aklına ve gönlüne evlenmeyi gelin olmayı henüz
sığdıramıyordu.Ortaokula gitmek, şehirde okumak ve beyaz önlüklerini giyerek
gezinen doktor olmak hayalini yaşıyordu. Bunu birkaç kez dile getirdiği
babası tarafından anlam veremediği bir şekilde azarlanmış.İlçeden
kendilerine sağlık taraması yapmaya gelen doktor ablası gibi olamayacağını
büyük bir düş kırıklığı ile kabul etmişti.. Daha on dört yaşındaydı. Şehirde
akranları top oynayıp, bisikletlere binerken o eve gelip giden görücüleri
duydukça ağlama krizlerine tutuluyor.Babasına değil ama, anasına demediğini
bırakmıyordu..

Aslında ona fikrini soranda yoktu.Ama o direnebildiği kadar direnmeye karar
almış, olumsuz bir şekilde sona eren her görücü gelişi sonrası , sevinçe
boğulmuştu.. İşte bu hisler içinde günlerini kovalarken.Şehirden bayram için
köye gelen amca oğlunun misafirleri arasında bulunan kumral, çakır gözlü
oğlanın kendini istediğini ve ailesinin de verimkar olduğunu öğrendi. Hiç
değilse köy yerinde kalmayacağına seviniyor, şehirde yaşayacağı için teselli
buluyordu. Direnmekten vazgeçip, şehirde kaportacı yanında iş tutmuş
delikanlıyı yüreğine sığdırmaya çabaladı. O kadar çabuk geçiverdi ki
günler.İstemeler, vermeler, yüzük takıp, imza atmalar; kendine geldiğinde
şehir yerinde kıyı köşe bir semtte tutulmuş, özene bezene döşenmiş
evindeydi. Ve artık kadındı..

Öğretmeninden dinlediği, kitaplardan görüp imrendiği, filmlerde görüp
heveslendiği türden bir hayatının olmayacağını, olamayacağını
kabullenmişti.Çocukken, gelin olmuş ve koca eline bırakılmıştı. Bir kafes
içine hapsedilmiş kuşlar gibi, bir yandan evliliğe, bir yandan kocaya,diğer
yandan onun ailesine alışmaya çabalıyordu.Her geçen gün kırılarak büyüyordu…
Yıllar kovaladı birbirini, on dört yaşında girdiği evinde, yirmi dörde
ulaştığında hayatının vurgununu yedi bir gece. Evlerine sık sık gelen,
kocasının asker arkadaşının karısı ile yakaladı kocasını apansız. Yıkılmak
ne kelime.Öldü. Hayatı, insanları, kocasını hiç tanımadığını anlayıp
saatlerce dövündü. Birbiri ardına doğurduğu üç bebesini, basıp bağrına
kaçmak, gitmeyi dilediği diyarlara varmak istedi. Yapamadı elbet! İstemek;
yapmak yapabilmek değildi ki… Ama kabullenmedi, gerçeği ve çirkinliği de.
Kocasının sahte yalvarmalarına, horlayıp, hırpalamalarına da boyun eğmedi.
Ancak içinde anlatılmaz bir duyguyu yeşertti.Gün geçtikçe sulayıp büyüttü ve
onun esiri oldu.Birinci “İ” İHANETTİ.

İkincisi ise İNTİKAM . Hırs sarmıştı tüm bedenini, tiksinti doluvermişti
bedenine. Kadındı o. İsteyerek gelmese de.Kocası tanıdığı bildiği ilk ve son
erkeği.Delice sevmese de ihaneti kabullenemeyeceği gerçeği idi.. Günlerce,
kuruntular ve hırslarla gezindi evinin içinde. Kafasında, duysa ürpereceği
düşünceler çörekleniyor, anasının babasının harcadığı genç kızlık
düşlerinin, kocasının yıktığı kadınlık umutlarının öcünü almanın en doğru
yolunu bulmaya çalışıyordu. Önemli olan oydu.Hiçbir düşünce ve tesellinin
artık yüreğinde yeri yoktu. Çocuklarını bile gözü görmüyordu…

Büyük bir yüzsüzlük eseri bir gece üzerin çullanan kocasını, sabahına da
yuvasına giren dost giysili şeytanı öldürdüğünde, ihanet ve intikam
duygularını en iyi tanımlayacak üçüncü (İ) nin İNTAHAR olduğuna kendini
inandırmıştı. İki (İ) nin yok ettiği yaşamını son bir (İ) ile noktalamak
için çabalarken.Diğerleri kadar cesur olmadığını, çocuklarının varlığını
hatırlayıp kendine geldiğinde bunu gerçekleştiremeyeceğini anladı...



Bir karakol odasında, demir parmaklıkların ardında başlayıp sürecek, belki
de yağlı ilmeğe gidecek yirmi dört yıllık bir yaşamı ardına, gözyaşı belki
pişmanlık, belki vicdan azabını önüne alıp, içimizde yaşayan bir insan
manzarası olarak bir beyaz önlük özlemini bir başka önlükle kapatmak üzere
yitip gitti.... Yıllar geçti Zümrütler, Zümrütçe düşler ve kırıklıklar,
Zümrüt’ e benzer hayatlar bitip tükenmedi...



AYTÜL KAHRAMAN
 
  
 
Cevap: Zümrüt

Emeklerine yüreğine sağlık güzel paylaşım için teşekkür ederim..
 
    
Cevap: Zümrüt

Emeğinize sağlık ne kadra duygulu bir konu teşekkür ederim
 
    
Cevap: Zümrüt

Yorumlarınıza ben tesekkür ederim.
 
    
güncellendi
 
    
 
 
Üst Alt