Güzel Hikayeler Yediğin lokmaya dikkat et!, dini hikayeler, dini bilgiler, islam dini, din ve islam

*t£b£ssüm*

EMEKLİ ADMİN
Nisan Forum
Katılım
21 May 2011
Mesajlar
835
Tepkime puanı
198
Puanları
83
Konum
İzmir
Şâh-ı Nakşibend (k.s.) hazretleri, tasavvufdaki hallerinni kaybolduğunu söyleyen bir talebesine; \"yediğin lokmaların helâlden olup olmadığını araştır\" buyurmuştur. Talebesi araştırdığında, yemeğini pişirirken ocakta helâl olup olmadığı şüpheli bir odun yakmış olduğunu tesbit ederek tevbe etmiştir.

\"Namazda hudû ve huşû nasıl elde edilir?\" diye sorulunca da cevaben buyurdu ki:

"\" Huzurlu bir halde hâlal lokma yiyeceksiniz. Huzur ile abdest alacaksınız ve namaza başlarken iftitah tekbirini kimin huzuruna durduğunuzu bilerek, düşünerek söyleyeceksiniz.\"

Hâce Hazretleri, kendisine karşı edepsizlik yapan bir kimseye kızmayıp, tebessümle karşıladı. Fakat edepsizlik yapan kimse büyük bir derde düşüp, helâk olacak hâle geldi. Hatasını anlayıp tevbe etti. Şâh-ı Nakşibend hazretleri bir ara o adamın evinin önünden geçerken, içeri girip hâlini sordu:

\"\" Allah Teâlâ şifâ vericidir., korkma iyileşirsin\" dedi. O kimse bu söz üzerine kalkıp:

\" \" Efendim size karşı edepsizlik ettim, hatırınızı incilttim, beni affediniz.\" dedi. Şâh-ı Nakişbend hazretleri buyurdu ki:

\"\" Kalbimiz o zaman incindi. Fakat şu anda gönül aynası tertemiz. İyi bil ki, mürşidlerin kılıcı kınından çıkmış yalın bir kılıçtır. Ama mürşid merhamet sâhibidir. Kimseye kılıç vurmaz. İnsanlar (belâsını arayanlar) gelip kendilerini o kılıca vururlar.

 
  
 
Yermük\'te bir komutan

Hz. Ömer R.A.\"ın halifelik döneminin başlarında, Suriye\"nin fethi sırasında Yermük mevkiinde Bizanslılar ile müslümanlar arasında çok çetin bir savaş olmuştu (Ağustos, 636). Bu savaşta müslümanların komutanı \"Seyfullah\" lakabını taşıyan Halid bin Velid R.A. idi.
HOŞGELDİNİZ , Toplam : 418 , Yorum : 170

Dini Hikayeler / YERMÜK\'TE BİR KOMUTAN

Hz. Ömer R.A.\"ın halifelik döneminin başlarında, Suriye\"nin fethi sırasında Yermük mevkiinde Bizanslılar ile müslümanlar arasında çok çetin bir savaş olmuştu (Ağustos, 636). Bu savaşta müslümanların komutanı \"Seyfullah\" lakabını taşıyan Halid bin Velid R.A. idi.

İşte bu savaşın kızıştığı sırada, Bizans ordusunun önde gelen komutanlarından Cerece (Yorgi) öne çıkarak, Halid bin Velid R.A.\"ı yanına çağırdı. Omuz omuza yanaşmış atları üzerinde iki komutan şöyle konuştular:
- Halid! Bana doğu söyle. Allah\"ın, Peygamberiniz\"e gökten bir kılıç indirdiğini ve o kılıcı sana verdiğini söylüyorlar. Sen de bu kılıcı kime çekersen onu hezimete uğratırmışsın, doğru mu?
- Hayır. Allah bize Peygamberi\"ni gönderdi. O da bizi imana davet etti. Rasulullah A.S. iman ettiğim sırada bana şöyle demişti: \"Sen, Allah\"ın müşriklere çektiği bir kılıçsın.\" Sonra da zafer kazanmam için bana dua etti. Böylece bana Seyfullah, yani Allah\"ın Kılıcı ismi verildi.
- Siz bizi neye davet ediyorsunuz?
- Allah\"tan başka ilâh olmadığına, Muhammed A.S.\"ın O\"nun kulu ve elçisi olduğuna şehadet etmeye. O\"nun Allah\"tan getirdiği şeyleri kabul etmeye davet ediyoruz.
- Bugün dininize giren kimse sizinle aynı mükâfata erer mi?
- Evet. Bu gün sizden İslâm\"a giren, belki bizden üstün olacaktır. Çünkü bizim Peygamberimiz\"den gördüğümüzü siz görmediniz.
Bu konuşmadan sonra, Yorgi Hz. Halid bin Velid R.A.\"ın yanına geçerek İslâm\"a girdi. O\"nun çadırında guslederek iki rekat namaz kıldı. Halid bin Velid R.A. ile çıkıp atına bindi. Bizanslılar\"la savaşa girişti.
Bizanslılar durumu görünce çok şiddetli bir hücuma geçtiler. Sonuçta savaşı müslümanlar kazanırken, ancak iki rekat namaz kılabilmiş olan general Yorgi o gün şehid olmuştu.
 
    
Yeterki Kalbi Kırılmasın


Yeterki Kalbi Kırılmasın

Bir hükümdarın pek çok cariyeleri vardı. İçlerinde pek güzel dilberler bulunmasına rağmen, siyah bir cariyeye daha fazla alaka ve sevgi gösterirdi. Diğerlerinin bunu çekemediğini fark eden padişah, bir gün kendilerine üzeri mücevheratla süsülü birer kristal bardak vermişti. Manevi değeri yanında maddi kıymeti de pek yüksek olan bu bardakları ellerinde tutan cariyeler, hayranlıkla bakarlarken padişah:

Herkes elindeki bardağı yere vurup kırsın, demişti. Güzel cariyeler hediyelerini sinelerine bastırarak:
- Efendimizin bu kadar değerli bir hediyesini nasıl kırabiliriz! dediler. Siyah cariye ise padişahın emrini, hiç tereddüt etmeden ve vakit kaybetmeden der\"akab yerine getirdi. Barfdak yere çarpılmış ve param parça olmuştu. Padişah siyah cariyeye hitaben:
- Diğer cariyelerim bu kadar kıymetli bardağı kıramadıkları halde sen neden kırdın? dedi. Siyah cariyenin verdiği cevap ise çok takdire şayandı:
- Bana efendimin kalbi lazım, kadehin ne kıymeti olabilir. Yeterk ki onun kalbi kırılmasın!
Hükümdar, bu cevabın içerisinde diğerlerine gereken dersi vermiş bulunuyordu.

Yüzü güze fakat özü çirkin bir kadın, kocasının kalbini kırmaya devam ettikçe, kalbte açtığı yaraya güzellik olamaz.


 
    
Gurbet gülü


GURBET GÜLÜ
GURBET GÜLÜ Yeni mezun bir Türkçe öğretmeniydi Mehmet .Henüz daha yeni adımını attığı bu alanda başarılı olmak en büyük idealiydi.Ufak tefek planları da yok değildi hani? Küçük bir okul veya dersane onun için uygun bir çalışma ortamı olabilirdi .Arkadaşlarının çoğu kararlarını vermiş ve çoktan gerekli yerlere başvurmuşlardı. Mehmet kararsızdı ve aklında türlü düşünceler dolanıyordu. Aklı ve vicdanı arasında iç muhasebe yapıyor, doğru yolu bulmaya çalışıyordu. Yine böyle günlerden biriydi.Gece bunları düşünmekten uyuyamamıştı ve bu yüzden hem zihnen hem de bedenen yorgun hissediyordu kendini.Uyanır uyanmaz aşağıya indi. Annesi kahvaltıyı hazırlamıştı ve onu bekliyordu. -“Günaydın anne!” annesi sesindeki keyifsizliği sezmiş olacak ki: -Günaydın oğlum,günaydın da neyin var senin? Kaç gündür moralsizsin. Şu okul işi mi sıktı canını oğlum? Dert etme çok uzak olmadıktan sonra mühim değil ben katlanırım gurbete. -Hem okul,hem başka şeyler anne.Sıkıntı bir değil ki. -Ne oldu oğlum,ne sıkıntısı? -Ya benim arkadaşlar canımı sıktılar dün. İlla da dersanede çalış diyorlar. “Ne yapacaksın okullarda sürünüp? Gel rahat et işte” sözlerinden artık bıktım. Baskı yaptılar yine. “İstemiyorum” diyorum.Yok anlamaları ne mümkün? Takmışlar bir kere. -Oğlum her ikisi de iyidir. Ben pek bilmem ama devlete yararın dokunsun isterim. Ama uzağa gitmenden de çok korkuyorum. -Ben kararımı verdim aslında Anadolu’da küçük bir yer bana uygun. Hem elbet döneceğim anne. Neyse ben bu hafta halledeceğim mutlaka… Yemeğini bitirip apar topar dışarı çıktı. Fazla işi de yoktu. Dolanacaktı öyle biraz, aklındaki düşünceler onu bir türlü rahat bırakmıyor,adeta boğuyordu onu. Biraz hava almak ona iyi gelecekti.Amaçsızca bir yürüyüş olsa da dışarıdan çok düşünceli ve yorgun görünüyordu Mehmet. O anda telefonu çaldı. Arayan en yakın arkadaşı: Tahsin, sesi pek heyecanlı geliyor: -Alo,Mehmet nasılsın arkadaşım? -İyiyim Tahsin ne olsun işte.Her zamanki gibi, bu aralar yaşadıklarımı biliyorsun zaten. -Bilmem mi arkadaşım elbette ki biliyorum. Bugün bana gelsene arkadaşlarla toplanacağız yine bu hafta ben aldım.Hem bu konularla ilgili de konuşacağız,belki anlattıklarımız şu okul mevzuu hakkında düşüncelerine yön verebilir. Ne dersin geliyor musun?,mutlaka bekliyorum. Mehmet beklenmedik bu teklif karşısında şaşırmıştı ilkin ne cevap vereceğini bilemedi. -“Tamam,gelirim” cevabı ağzından bir an çıkıverdi. Gidecekti ve öyle de yaptı. Güzel şeyler konuştular o akşam. Mehmet’in bilip de yaşayamadığı, yaşayıp da bilmediği şeyleri… Mehmet o günden sonra her hafta gitti toplantılara. Her gidişi ayrı bir doğuş, ayrı bir yenileniş olmuştu Mehmet için. Düşünceleri,davranışları kısacası hayatı değişmişti onlar sayesinde. Sık sık konuşulan konulardan biri de yurtdışında görev yapan öğretmenler ve onların yaşadıklarıydı. Gurbette açan bu güllerin hikayelerini can kulağıyla dinliyordu. Anlatılanları duydukça içi ürperiyor,zaman zaman kendini onların yerine koymaya çalışıyordu. İçi gidiyordu Mehmet’in,özeniyordu onlara. Mehmet de onların arasına katılmak istiyordu ama nasıl. Bu kutsal görevde,kutlu yolculukta ne yapıp edip yer almalıydı. Bu konuyu önce arkadaşı Tahsin’e açtı. Tahsin çok sevindi,çünkü o da görevlendirilmişti ve yakında gidiyordu. Arkadaşının da onunla aynı safta bulunması ona manevi kuvvet verdi. Gerekli kişilerle konuşuldu ve işlemler tamamlandı. Ama ortada büyük bir problem vardı “Annesi” peki ya annesine bunu nasıl söyleyecekti. Nasıl olacak da “Ben gidiyorum anne” diyebilecekti. Hele ki yurtdışına gitmesine annesi asla razı olmazdı,biliyordu. Ama kararını vermişti ve annesini ikna etmek için elinden geleni yapacaktı.Kesin gidecekti ama annesinin rızası olmadan da gitmek istemiyordu. Mehmet annesinin tek çocuğuydu aynı zamanda her şeyi. Babası altı sene önce bir trafik kazası sonucu vefat etmişti. Annesi yalnızdı ve Mehmet onun tek varlığıydı. Bu yüzden bu ayrılık, hem Mehmet hem de annesi için zor olacaktı.Ama ne olursa olsun gidecekti. Eve geldiğinde annesini mutfakta buldu. Annesinin neşesi yerindeydi. Ve bu gece yine maharetli elleriyle güzel yemekler yapmıştı. -Ben geldim anne! -Hoş geldin oğlum, bak sana en sevdiğin yemekleri yaptım, oğlum afiyetle yesin diye canım benim. -Ne gerek vardı anne, ben dışarıda yedim bir şeyler. - Olur mu oğlum? Açsındır sen. Mehmet lafı uzattıkça uzatıyor. Konuyu dolandırıyor,lafı şu gitme işine getirmeye çalışıyordu. Ama bu konuşmayı yapmak onun için çok zordu. Kendini güçlükle toparladı ve: -“Gidiyorum anne!” deyiverdi. -Ne gitmesi oğlum? Nereden çıktı bu şimdi. Hani daha belli değil diyordun atanma işleri falan. - Bu başka bir şey anne,yurtdışına gidiyorum. Yeri kesin değil şu an, ama ben kararımı verdim. -Nasıl benim haberim olmadan böyle bir şey yaparsın? Ben senin annenim, annen! Mehmet bir şey söyleyemedi. Sadece susmakla yetindi. Çünkü verecek cevap bulamamıştı ne diyebilirdi ki? Annesi haklıydı ama ya hayalleri.. Annesini çiğneyip de bir karar veremezdi ki, kendini kapana kısılmış gibi hissediyordu. Gitmek için can atıyordu ama annesi, annesinin rızası olmadan mümkün değil yapamazdı. Düşündü,düşündü bir yolunu bulamamak onu iyice sıkmıştı. Odasında ve yalnızdı. Çareyi Rabbine yakarmakta buldu. “Rabbim! Sen en hayırlısını bilirsin annemin gönlünü yumuşat, senin yolunda hizmet etmek istiyorum. Bana yardım et Allah’ım! Hayırlı işler yapma arzumu oraya giderek tamamlamamı nasip et Ya Rabbi’m. Bana bir çıkış kapısı göster. Gitmek ya da kalmak, benim için en hayırlısını sen bilirsin dualarımı kabul et Allah’ım.!..” bu yakarış Mehmet’in dudaklarından döküldü o gece… Rabbine yakarmak,ondan medet ummak az da olsa rahatlatmıştı onu. Geceyi zar zor uykusuzca geçirdi. Sabah kalktığında annesini odasında buldu,yatağının başuncunda.. Uyanmasını bekler gibi bir hali vardı. Mehmet akşamdan kalan tartışmaların,konuşmaların verdiği elemli bir sesle: -Günaydın anne, hayırdır bir şey mi söyleyeceksin? Annesinin gözlerindeki parıltı Mehmet’i iyice meraklandırmıştı. Hem hüzünlü,hem de mutlu bir hali vardı sanki. -Oğlum,haydi kalk bavulunu falan hazırlayalım, en azından sana gurbette gerekli olacak birkaç bir şey alalım dışarıdan. Haydi kalk bakalım. Mehmet olanlara bir anlam veremedi. Akşamki annesi bir anda değişivermişti. O şaşkınlıkla: -“Ne bavulu anne?” deyiverdi. -Ne bavulu olacak oğlum, gidiyorum diyen sen değil miydin? E hadi kalk bakalım küçük bey. Şu babanın seneler önce aldığı bavulu çıkaracağız kilerden daha. Sonra dışarı çıkıp orada sana lazım olacak birkaç bir şey alırız. -Ama anne seenn… Annesi Mehmet’in konuşmasını bitirmesine fırsat vermeden kolundan tuttuğu gibi yataktan kaldırdı. -Hadi bakalım kahvaltıya… Mehmet çok şaşırmıştı. Bu değişim, hem de bir günde… annesi nasıl bu kadar değişebilirdi? Aklı almıyordu doğrusu. Birden aklına gece uyuyamadığı o gecelerde ettiği o dualar geldi. Mehmet bu işi Rabbine havale ettiğini unutmuştu bu olay da ona göre duasının çok güzel bir cevabıydı. İçinden Rabbine binlerce kez şükretti. Mehmet gideceği için çok mutluydu ve bir o kadar da heyecanlı. Bir hafta sonra yola çıkıyorlardı. O,Tahsin ve birkaç arkadaşı daha. Moğolistan’a gideceklerdi. Ama Mehmet’in içi hala rahat değildi. Annesinin onu üzmemek için bu kararı verdiğini düşünüyordu. Son bir kez annesine sormak istedi: - Anne, gitmemi istediğinden emin misin? - Bak oğlum annen bir karar verdi mi doğrudur,işi daha fazla irdeleme. Herkes önceki kararını değiştirebilir bu gayet tabii. Bu kutsal görevde kendi oğlunun,canının parçasının da rol almasını hangi ana istemez? Annesi konuşmasını yaparken huzurluydu.Sanki üzerine yüklü bir görevi ifa etmiş olmanın rahatlığıyla konuşuyordu. Arada semaya bakan mavi gözleri yağmur yüklü bulutlar gibi doluydu. -Git oğlum ve Rabbinin hoşlanacağı hayırlı işlerde bulun. Mühim bir şey olmadıktan sonra da sakın dönme. Beni düşünme sen. Gurbet dediğin nedir ki? Beklersin günler akıp gider. Seni ömrüm yettiğince beklerim. Ama sakın bu yoldan dönme,başladığın bu işi tamamla… Mehmet’le annesi birbirlerine doyasıya sarılıp,ağladılar. Günlerdir her ikisinin de içinde tuttuğu sıkıntılar o gözyaşlarıyla damla damla akıp gitti. İkisi de huzurluydu şimdi. Mehmet annesinin rızasını aldığı için Fatma hanım da Rabbinin rızasına nail olduğu için.. … Mehmet Moğolistan’a geleli altı yıl olmuştu. Burada o ve arkadaşları düzenlerini kurmuşlar. Türk okullarında öğretmenlik hizmetinde bulunuyorlardı. İlk başta karşılaştıkları zorlukları Allah’ın izniyle yenmişler kendi güçleri yettiği kadarıyla ellerinden gelenin en iyisini yapmaya çalışıyorlardı. Fatma hanım da Kütahya’da yıllardır oğlunun yolunu gözlüyordu. Mehmet oraya gittiğinden beri annesini yalnızca iki defa ziyaret edebilmişti. Sürekli telefonlaşıyorlardı ama bir anne için oğlunu görmek,kokusunu duymak bambaşkaydı.Özlemişti oğlunu. Mehmet bu dört yıl içinde oraya alışmıştı aradan geçen altı yıla rağmen o ilk günkü öğretmenlik aşkıyla yanıp tutuşuyordu. Bu yolda hep daha iyiye, daha güzele doğru koşuyordu. Ama gurbetlik zordu hele annesinden ayrı kalmak onu çok üzüyordu. Bu aralar annesi de hastalanmıştı. Her ne kadar “iyiyim oğlum bir şeyim yok” da dese telefonda bile hastalığının ağırlaştığı belli oluyordu. Hem akrabaların söylediğine göre çok kötüleşmiş elden ayaktan iyice düşmüştü. Mehmet annesine kaç kere “ İstersen oraya dönerim anne,iyi değilsin,yanında olmalıyım” demişti ama bir türlü dinletememişti annesine. Ama bu sefer kesin gidecekti ne olursa olsun yapacaktı. Burada hiç aksatmadığı işlerini yarım bırakmak zorunda olsa bile… Ertesi gün telefon geldi,arayan annesiydi: - Oğlum, Mehmet nasılsın evladım? - İyiyim anne ben de seni arayacaktım ben yarın oraya ge…. Annesi konuşmasını tamamlamasına fırsat vermeden araya girdi: - Oğlum yarın geliyorum onun için aradım. - Ne? Ne diyorsun anne ne gelmesi? Ben de yarın yola çıkacaktım. Bu hasta halinle nasıl gelirsin ta buralara olmaz katiyen izin vermem buna. - İtiraz istemiyorum iyiyim ben yarın oradayım inşallah haydi hoşça kal.. Mehmet öylece kalakalmıştı. Bunu beklemiyordu.Körkütük hasta kadın nasıl gelebilirdi ta buralara kadar, bir anda iyileşmesi mümkün müydü? O gece annesinin merakıyla uyudu. Ertesi gün öğleye doğru kapısı çaldı. Açtığında annesini karşısında buldu. İşte sapasağlam karşısında duruyordu hasta olduğuna ilkin inanamadı. Yanında da iki delikanlı vardı. -Geç anne içeri ama ben gelecektim havaalanına neden beklemedin? -Olsun oğlum ben kendim geldim işte hem bak bu delikanlılar bana yardımcı oldular. - Onlar kim anne? Apar topar gittiler içeri bile davet edemedim. - Hiç, mahalleden komşunun oğulları onların da burada işleri varmış bana yoldaş oldular birlikte geldik. O gün annesiyle uzun uzun dertleştiler,konuştular hasret giderdiler. Annesi Mehmet’e o gün bambaşka biri gibi gelmişti. Çok hüzünlü ve düşünceliydi.Mehmet’e dönüp: - Oğlum bak ben oradan kalkıp ta buralara kadar geldim. Seni görmek için geldim, bana bu kadarı yeter. Sen burada kal ve yoluna devam et. Her anne yavrusunu özler ama dünyadaki özlemler gelip geçicidir. Rabbim öbür tarafta kavuştursun inşallah. Senin burada hayırlı,güzel işler yaptığını gördükçe mutlu oluyorum. Özlemmiş,hasretmiş hepsi yok olup gidiyor. Ama sana vasiyetim bu yoldan dönmemendir. Mehmet annesinin ağzından duyduğu bu sözlere bir anlam verememişti. Bir veda konuşması gibi gelmişti ona tüm bu sözler. Annesinin sözünü kesip: - Anne saçmalama ne vasiyeti veda eder gibi konuşma lütfen. Annesi cevap vermedi sükunetini korudu. Mehmet annesinin dizine koyduğu başının hafifleştiğini hissetti. Derin bir uykuya daldı. Uyandığında annesini aradı ama bulamadı . şaşkınlıktan ne yapacağını bilemedi. Daha akşam buradaydı? Bir anda nereye kaybolmuştu. Aklı almadı. Annesi onun yanındaydı ,başını okşamıştı, varlığını hissetmişti. Bu bir rüya olamazdı. Hemen telefona sarıldı. Annesini aradı ama telefonu kapalıydı. Çıldıracak gibi oldu. O an telefonu çaldı, arayan dayısıydı sesindeki titreyiş Mehmet’i korkutmuştu. Heyecanla: - Alo, dayı ne oldu? Sesin kötü geliyor. - Mehmet, oğlum akşam arayacaktım ama dilim varmadı sana söylemeye.. Mehmet kötü bir şeyler olduğunu anlamıştı içini bir korku kapladı. - Neyi dayı ne oldu? Beni korkutuyorsun. - Evladım annenin durumu akşam ağırlaştı hastaneye kaldırdık, ama kurtaramadılar. Onu kaybettik Mehmet başımız sağolsun. Mehmet duyduklarına inanamamıştı. Kulakları duymaz, gözleri görmez olmuştu sanki. Dünya başına yıkılmıştı. Ama nasıl olurdu annesi akşam buradaydı, ona sarılmıştı kokusunu duymuştu. Bu nasıl olabilirdi? İmkansızdı. Acısını unutup bunu düşündü bir an bunda da bir hikmet olabileceği geçti aklından. Mehmet bunları düşünürken telefonda onu teselli etmek için çırpınan dayısının sesini bile duymuyordu. Daha fazla bekletmemek için: - Beenn benn hemen yola çıkıyorum bekleyin beni… Mehmet apar topar yola çıktı. Yol boyunca aklında hep o esrarengiz olay vardı. Bir yandan annesinin ölümüne üzülüyor, bir yandan da tüm bu olanlara anlam vermeye çalışıyordu. Kütahya’ya vardığında tüm akrabalar oradaydı. Buraya annesinin cenazesi için mi dönecekti? Aklının ucundan bile geçmemişti. Eve girdiğinde onu dayısı karşıladı. Uzun uzun sarıldılar. Dayısı hem ona olan özlemini gideriyor hem de acısını dindirmeye çalışıyordu. Konuştular, dertleştiler. Mehmet içini döktü dayısına dayısı da annesinin acısını dindirmeye çalıştı Mehmet’in…Annesini o gün defnettiler. Mehmet kendini iyice toparlamıştı. Ölüm Allah’ın emri ne yapılabilirdi ki. Daha fazla dayanamayıp orada yaşadığı o sırlı olayı dayısına anlattı. Dayısı inanamadı ilkin, ama Allah’ın hikmetinden sual olunmazdı. Mehmet dayısıyla bunları konuşurken odaya teyzesi girdi. Telaşlı ve meraklı bir hali var gibiydi. Mehmet’e: - Mehmet, oğlum baksana bir, annenin odasında bunu buldum. Mektup galiba üzerinde Mehmet’ime yazıyor kesin annen yazmış olmalı. Bir bak bakalım. Mehmet şaşırdı. Bu mektup da nereden çıkmıştı şimdi annesi ona içinden ne geçerse söylerdi. Hiçbir şey saklamazdı ondan. Merakla mektubu açtı. Annesinin ona yazdığı bu satırları gözyaşları içinde okudu. Şunlar yazılıydı: “Oğlum, Mehmet sana bu satırları Moğolistan’ a gitmenden bir gün önce yazıyorum. Yarın gidiyorsun oğlum. Belki bunları okuduktan sonra “ Niye yüzüme söylemedin anne?” diyeceksin. Ama yapamadım. Ne olursa olsun oraya gitmeliydin ve buna engel olamazdım. Hani sana kızmıştım ilk söylediğinde ama birden fikrim değişivermişti sen de şaşırmıştın. Aslında o gün niyetim seni oraya göndermemek, engel olmaktı ama yapamadım. O gece bir rüya gördüm hem de pek kutlu bir rüya. Peygamber efendimiz( s.a.v)’ yi gördüm. Nurlar içindeydi, her yan parlıyordu. Efendimiz bana bir şeyler anlatıyordu, dualar okuyordu. Etrafta melekler vardı. Bana çok özelmişim gibi muamele yapılıyordu sanki. O an bir ses duydum, bana sesleniyordu. “ izin ver, izin ver oğlunun gitmesine izin ver Şüphesiz ki Allah en hayırlısını bilendir. Oğlun için gitmek daha hayırlıdır. İzin ver ki o da Rabbi için hayırlı işler yapabilsin, kutlu bir yoldan gidebilsin.” Bu sözler kafamın içinde tekrarlandı, tekrarlandı. Sonra beni iki delikanlı görünümünde meleğe teslim ettiler onlar beni yüksek bir yere çıkardılar. Ve küçük bir pencereden senin gelecekte yapacağın hayırlı işleri gösterdiler. Orada zaman kavramı yoktu. Her şey donmuş gibiydi. Bana öyle geliyor ki gideceğin bu yol boş değil. Belli ki yapılanlardan Rabbimiz de hoşnut. Belki de bunları sana söyleyemeye ömrüm yetmeyecek Allah bilir. Belki de seni son kez göremeden, tüm bunları sana söyleyemeden öleceğim.Bu mektubu da sana bu yüzden yazıyorum. Ama Allah’tan tek dileğim şudur. Ben senin hasretine katlanırım ama sen oralarda, gurbette bensiz yapamazsın biliyorum. Allah seni göremeden canımı alacaksa da senin hasretini gidersin. Sana vasiyetim şudur ki oğlum: sakın bu yoldan dönme ve ömrün yettiğince bunun için savaş çünkü bu yol pek hayırlı bir yoldur…” Mehmet gözyaşları içinde okuduğu bu satırlarda cevaplarını aradığı tüm sorulara yanıt bulmuştu. Ve yaşadığı o sırlı olayın asıl sebebinin annesinin duası olduğunu da anlamıştı. Kim bilir belki o gün gelen. Allahın görevlendirdiği bir melekti. O delikanlılar ise annesinin rüyasındakilerdi belki de. Mehmet artık bu hizmetin neden bu kadar önemli olduğunu anlamıştı. Bu yolun dönüşü olmazdı. Gurbette açan güller solamazdı. Ölünceye kadar bu yolda koşacağına söz verdi. Moğolistan’a döndü ve yarım kalan kutsal görevini devam ettirdi. Ömrünün sonuna kadar bu yol için uğraştı didindi. Mehmet’e gurbet vatan olmuştu ve vatanı bildiği bu topraklarda ömrü son bulmuştu…
 
    
Hz. Mevlana


Hz. Mevlâna



Şakik-i Belhi hazretleri, bir kıtlık senesinde, herkesin kara kara düşündüğü bir ortamda, zengin bir adamın kölesinin neşeden oynadığını gördü. Ona sordu:

- Herkes kıtlıktan, açlıkla karşı karşıya olmaktan inler dururken sen neye güvenerek böyle oynayabiliyorsun?

Köle cevap verdi:

- Benim efendimin 7 tane köyü var, her ihtiyacımızı efendimiz bol bol sağlıyor.

Şakik-i Belhi hazretleri bunun üzerine kıtlıktan muzdarip talebelerine buyurdu ki:

- Kendimize gelelim! Bir köle efendisinin yedi köyüne güveniyor, kendisini emniyet içinde hissediyor. Biz nasıl tevekkül ediyoruz ki; dünyadaki bütün köylerin, şehirlerin sahibi ve her canlının rızkına kefil olan Allah-u Teâlâya köleyken hâlâ rızk endişesi içindeyiz..
 
    
Ey Azrail!!..En fazla kime öfkelendin? Kimin ruhunu sevinerek aldın?

ALLAH ruhları bedenden almakla vazifelendirdiği ölüm meleği Hz. Azrail'e sormuş:
"Ey Azrail! Bunca zamandır kullarımın canlarını alıyorsun.Ruhları bedenden alma zamanında en çok kime merhamet duydun?En fazla kime öfkelendin?"

"Ya Rabbi! Herşeyi sen bilirsin.Bir defasında deniz üzerinde fırtınaya tutulan bir geminin suya dökülen bütün bireylerinin ruhunu almıştım.Fakat bu sırada kucağında küçük yavrusuyla bir tahta parçasına tutunmuşsuya bir dalıp bir çıkan anneninde ruhunu kabzedipküçük yavrusunu tahta üzerinde sağ sağlim bıraktığım zamansu yüzünde annesiz kalan o yavrucağa çok acımıştım.Onun acıklı halibeni uzun zaman üzmüştü."

ALLAH tekrar sormuş:

"Ey Azrail!Bu en çok acı duyduğun bir olaydır.Birde en çok sevinç duyduğun bir olayı anlatırmısın?Kimin ruhunu sevinerek aldın?"

Azrail bu soruyada şöyle cevap vermiş:

"Filan yerde zalim bir hükümdar vardı:Etrafını kasıp kavuruyorhalkı inim inim inletiyordu.İşte o zalimin ruhunu almam için bana emir geldiğinde ona doğru giderken derinden bir neşe duydum.O zalimin canını alırken duyduğum sevinç kadar hiçbir vakit o kadar sevinç duymamıştım."

Nice sırlar ve hikmetler sahibi yüce ALLAH (c.c) bu dafaAzrail'e şöyle bir soru sormuş:

"Ya Azrail! O canını alırken sevinç duyduğun zalim kimdi biliyormusun?"

"Sen bilirsin YA RABBİ!"

" İşte ruhunu alırken büyük sevinç duyduğun o zalim vaktiyle bir tahta üzerinde biraktığında büyük üzüntü duyduğun o mahsun çocuktu."

 
    
Kendini Büyük Gören Küçülür


Cüneyd (ks) ile birlikte, Sülehadan biri sabah namazına kalkıp
erkenden camiye giderlerYolda yürürken bir ara o şahıs, Cüneyd(ks)'ye dönerek;



"Şu sabah namazına kalkmayan kuşlar bile uyanık zikir halindeyken, gaflet içinde uyuyan insanlara ne buyurursunuz?



Onlar gercekten helak olmuş kişiler degil mi?



Şu güzel ezan seslerine kulak tıkayan ve namaza kalkmayanlar cidden bedbaht kimseler degil mi?"



deyince,



Cüneyd(ks) susturucu oldugu kadar şu kesin cevabı verir;



"Keşke sen de onlar gibi uyusaydın da bu sözü söylemeseydin!"
 
    
Dünyada ilk cennete giren kimdir?

günlerden birgün hz.muhammet s.a.v in kızı hz fatma babasına sorar baba dünyada ilk önce cennete girecek insan kimdir.hz muhamet s.a.v şöyle buyurur bizim aşağıdaki mahalede falan sokakta biri oturuyor işte ilk cennete girecek insan o dur diyor. Hz fatma merak eder babasının tarif etiği yere gider ve kapıyı çalar kapının arkasında çok yaşlı bir bayan sesiyle kim o der hz fatma da ben fatmayım hz muhammdin kızı fatma yaşlı kadın üzülerek şöyle buyurur ey fatma senden ben afetmeni diliyecem ama eşimin haberi olmadan seni içeri alamıyacam ben bugün ondan izin alayım yarın gelirisiniz hz fatma geri gider ve çok şaşırır öteki gün birda gider busefer yanında çocukları hz hasan ile hz hüseinide gütürür.ve yine kapıyı çalar gene aynı bayan kim o diye sorar ve kapıyı açmaz hz fatma benim der yaşlı bayan sorar yanındakiler kim hz fatma çocuklarımder yaşlı bayanda kusuruma bakma ey fatma ben eşime sadece senin için izin almıştım çocuklarından haberim yoktu sendaha sonra yine gel ben busefer çocukların içinde izin alırım yaşlı bayan kapıyı gene açmaz.öteki gün hz fatma gene o kapıyı çalar yaşlı bayan kapıda yine sorar kim o diye hz fatma benimder ve kapı açılır sonunda.hz fatma çok şaşırmış çünkü yaşlı diye düşündüğü bayan meğerse çok genç ve güzel bir baynmış hz fatma sorar peki o yaşlı kadın nerde diye genç bayan ağzından bir taş çıkartarak o yaşlı bayan benim peki neden o taşın ağzında olduğunu sorar gen bayan yoldan geçenler sesimi duyup günaha girmesinler diye işte bu bayan cennete ilk girecek insandır.çünkü kocasına sadık ve dindar bir ev hanımıdır bunları örnek alalım lütfen allaha emanet olun​

 
    
ALLAH beni affeder

Allah Beni Affeder Adamın biri Şuayb peygambere: - \"Allah benim birçok günahımı ve hatamı gördüğü halde beni lütuf ve keremiyle cezalandırmıyor.\" Allah-ü Teala Şuayb\'a şöyle vahyetti: - \"O kulum, ben bu kadar günah ettim de, Allah beni keremiyle cezalandırmıyor, diyor. Ona söyle ki: Ey doğru yolu bırakarak, yanlışa yönelmiş adam! Sen tersini söylüyorsun. Allah seni öylesine imtihan ediyor ve cezalandırıyor ki, senin günahtan kararmış simsiyah kalbin ve günahların etkisiyle zincirler içindeki bedenin bunu farkedemiyor. Fakat yine de Benden ümidini kesmesin. Bana sığınsın, Bana dönsün.\" Şuayb aleyhisselam Allah\'ın kendisine bildirdiği sözleri \"Allah beni cezalandırmıyor\" diyen kimseye söyleyince, o günahkar kimse de güzel tesir uyandı. Şuayb aleyhisselama sordu: - \"Eğer beni cezalandırıyorsa hani belirtisi?\" Şuayb peygamber: - \"Ya Rabbi! O adam bu söze karşı savunmada bulunuyor ve Senin verdiğin cezayı bilmek istiyor. Cenab-ı Hak buyurdu: - \"Ben settarım, örtücüyüm. Fakat işaret söyleyebilirim. Onu beğenmediğimin işareti: O itaat ettiğini sanıyor, oruç tutuyor, namaz kılıyor fakat namazdan, zekattan ve başka ibadetlerin hiç birinden zerre kadar zevk almıyor. Yüksek ibadetlerde ve amellerde bulunuyor, fakat zerre kadar mutluluk duymuyor. İtaatlerin mahsul vermesi için kalbde manevi bir zevk lazımdır.\" Öğütler: * \"Allah affeder\" deyip günahta ısrar edenler en büyük yanlış içindedirler. * Demir paslandığı gibi kalbler de kararır. * Kul bir günah işlediğinde kalbde siyah bir leke oluşur. Tevbe ederse bu leke silinir. Günahına devam eder ve tevbe etmezse nihayet o siyah noktalar kalbi simsiyah eder. * İbadetin ruhu, özü, ibadetten zevk almaktır. Eğer alınmıyor ise Allah\'ın beğenmediğini anlayıp hemen tevbe etmelidir.
 
    
Sihirbaz, Rahip ve Genç


Sihirbaz, Rahip ve Genç

Suheyb (Radiyallahu Anh) şöyle dedi:

“Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem):

‘Sizden önceki kavimlerden birinde bir hükümdar ve onun bir sihirbazı vardı. Sihirbaz ihtiyarlayınca hükümdara:

−Ben yaşlandım, bana bir genç gönder de ona sihir öğreteyim dedi. Hükümdar ona sihir öğreteceği delikanlıyı gönderdi. Gencin yolu üzerinde bir rahip vardı. Yola çıktığında onun yanında oturup sözlerini dinlerdi. Rahibin sözleri hoşuna giderdi. Sihirbaza giderken rahibe uğrar, onunla bir süre otururdu. Sonra sihirbaza varınca da, sihirbaz delikanlıyı geç kaldığı için döverdi.

Bu durumdan rahibe şikâyet edince rahip:

−Sihirbazdan korktuğunda, beni ailem alıkoydu; ailenden korktuğun zaman da, beni sihirbaz bırakmadı dersin dedi. O hal üzere gidip gelirken bir gün insanların yolunu kesen büyük bir vahşi hayvanla karşılaştı.

Kendi kendine:

−Büyücü mü yoksa rahip mi daha faziletli bugün öğreneceğim dedi. Bir taş aldı ve Allah’ım! Eğer rahibin işi sana sihirbazın işinden daha sevimli ise şu hayvanı öldür de halk yoluna devam etsin diyerek elindeki kaya parçasını attı ve canavarı öldürdü. Halk da geçip gitti. Bunun üzerine delikanlı rahibe gelerek olup bitenleri haber verdi.

Rahip de ona:

−Oğlum bugün sen benden daha üstünsün. Senin durumun kemale ulaştı. Fakat yakında imtihandan geçeceksin. Bir belaya uğrarsan benim adımı verme dedi. Bu çocuk anadan doğma körleri, Alaca denilen abraşları (cilt hastalıklarını) iyileştiriyor ve daha birçok hastalıklara yakalananları tedavi ediyordu. Bu durumu kralın yakın dostlarından olan kör biri duydu.

Çeşitli hediyelerle delikanlının yanına gelerek:

−Eğer beni iyileştirirsen bunların hepsi senin dedi.

Delikanlı adama:

−Ben hiçbir kimseyi iyileştiremem. Şifayı ancak Allah verir. Eğer sen Allah’a iman edersen O’na dua ederim. O da sana şifa verir dedi. Adam hemen Allah’a iman etti. Allah da ona şifa verdi. Sonra bu adam hükümdarın yanına gitti. Önceden olduğu gibi onun yanı başına oturdu.

Hükümdar ona:

−Sana gözlerini kim iade etti? dedi.

Adam:

−Rabbim iade etti dedi.

Kral:

−Senin benden başka bir rabbin mi var? dedi.

Adam:

−Benim Rabbim de, senin Rabbin de Allah’tır dedi. Bunun üzerine hükümdar o adamı tutuklattı. Çocuğun yerini söyleyinceye kadar kendisine işkence yaptırdı. Bunun üzerine delikanlı hükümdarın huzuruna getirildi.

Kral delikanlıya:

−Oğlum! Senin sihrin, anadan doğma körleri, abraşları (cilt hastalıklarını) iyi edecek dereceye ulaşmış, şöyle şöyle yapıyormuşsun öyle mi? dedi.

Delikanlı:

−Ben hiçbir kimseye şifa vermiyorum. Şifayı ancak Allah veriyor dedi. Bunun üzerine kral onu da tutuklattı ve devamlı işkence ettirdi. Sonunda rahibin adını söyledi. Hemen rahip getirildi.

Kendisine:

−Dininden dön dediler. O reddetti. Bunun üzerine hükümdar testere istedi. Testereyi başının ortasına gelecek şekilde rahibin başına koydular. Testere başını ikiye ayırdı. Arkasından hükümdarın yakın dostunu getirdiler.

Ona da:

−Dininden dön dediler. Reddedince onun da başına testereyi yerleştirip, başını ortasından ikiye ayırdılar.

Sonra da delikanlıyı getirdiler.

Kendisine:

−Dininden dön dediler. Reddedince, kral onu adamlarından bir gruba teslim etti.

Onlara:

−Bunu dağın tepesine çıkarın, dağın tepesine varınca dininden dönmezse onu aşağıya atın diye emir verdi. Onlar da onu götürdüler, dağa çıkardılar.

Çocuk:

−Allah’ım, dilediğin şekilde beni onlara karşı koru dedi. Bunun üzerine dağ sarsıldı. Onlar da dağdan aşağı yuvarlandılar. Çocuk yürüyerek hükümdara geldi.

Hükümdar ona:

−Yanındakilere ne oldu? diye sordu.

Delikanlı hükümdara:

Allah beni onlara karşı korudu diye cevap verdi.

Hükümdar yine onu kendi adamlarından bir gruba teslim edip şöyle dedi:

−Bunu büyük bir gemiye bindirin, denizin ortasına götürün. Dininden dönmezse onu denize atın dedi. Onu götürdüler.

Delikanlı dua ederek:

−Allah’ım nasıl dilersen beni onlara karşı koru dedi. Bunun üzerine gemi onlarla beraber alabora oldu, hepsi boğuldular. O yürüyerek hükümdara geldi.

Hükümdar:

−Yanındakilere ne oldu? diye sordu.

Delikanlı hükümdara:

−Allah onlara karşı beni korudu dedi ve krala, beni öldürmek istiyorsan diyeceğim şeyleri yapman gerekir dedi.

Kral:

−Nedir o? dedi.

Delikanlı şu cevabı verdi.

−Halkı bir meydana topla, beni de bir hurma dalına bağla, sonra ok torbamdan bir ok alarak, yayın tam ortasına yerleştir. Daha sonra, delikanlının Rabbi olan Allah’ın adıyla de. Sonra da at. Böyle yaparsan beni öldürürsün dedi. Bunun üzerine hükümdar halkı bir meydana topladı. Onu hurma dalına bağladı. Sonra ok torbasından bir ok aldı. Oku yayın ortasına koydu.

Sonra:

−Çocuğun Rabbi olan Allah’ın adıyla diyerek oku üzerine attı. Ok delikanlının şakağına saplandı. Çocuk elini şakağına koyup öldü.

Bu durumu gören halk:

−Delikanlının Rabbi’ne iman ettik dediler.

Kralın adamları kralın yanına geldiler ve ona:

−Gördün mü korktuğun şeyi? Vallahi korktuğun şey başına geldi, halk Allah’a iman etti dediler. Bunun üzerine kral derhal sokak başlarında hendekler kazılmasını emretti. Hendekler açıldı ve içlerinde ateşler yakıldı.

Hükümdar:

−Herkim dininden dönmezse onu zorla ateşe atın. Ya da kendilerine haydi ateşe atlayın denilsin diye emir verdi. Adamları da dediği gibi yaptılar. Nihayet kucağında bebeği ile bir kadın ateşin önüne geldi. Kadın duraklayıp ateşe düşmekten çekindi.

Kucağında ki bebeği:

−Ey anneciğim sabret! Çünkü sen, hak din üzeresin dedi’ buyurdu.”

Müslim 3005/73

İmam Nevevi (Rahmetullahi Aleyh) bu hadisin şerhinde birçok noktalara değiniyor ve hadisten önemli hükümler çıkarıyor. Biz bunlardan önemli gördüğümüz birinin üzerinde duracağız:

“Hak yolda yürürken bütün zorluklara sebat göstermek ve hakkı ortaya koymaktan bir an bile geri durmamak. Gerçi mü’min ölümle karşı karşıya geldiği anda kalbindeki imanı muhafaza etmek şartıyla iki şıktan birini seçmekte serbest bırakılmıştır. Ammar bin Yasir (Radiyallahu Anh) küfrü söylerken, Bilal (Radiyallahu Anh) Rabbim bir diyerek hakkı ilan etmeyi tercih etmiştir.

Allah-u Teâlâ onların her ikisinden de razı olsun. Fakat daha şerefli olanı, mübarek olanı hak yolda yürürken zorluklara, acılara sabır göstermek ve hakkı ortaya koymaktan bir an bile tereddüt etmemektir. Hadistekine benzer bir olay Kur’an’ı Kerim’in Buruç Suresinde anlatılmakta. Tek suçları, bir olan Allah (Azze ve Celle)’ye kulluk etmek olan mü’minler topluca içinde alevli ateşler bulunan hendeklere atılıyorlar. Onlar da kundaktaki çocuğun gösterdiği sabrı gösterip ölümü tercih ediyorlar.

Allah-u Teâlâ gösterdikleri bu üstün teslimiyetten dolayı onları yüce kitabının temiz sayfalarında anıyor. Bundan daha büyük bir şeref olabilir mi acaba? Biz Müslümanlar, bir kısmımız, bolluk ve rahatlıkla imtihan ediliyoruz. Gerçi Müslümanları bir vücudun azaları gibi düşünürseniz, acılar içinde kıvranmamız gerekli ama maalesef daha bir vücudun azaları gibi değiliz.

Allah (Azze ve Celle) bizleri de yeryüzündeki diğer Müslümanları imtihan ettiği gibi zorluklarla imtihan ederse, eğer sabrımızın ve imanımızın derecesini ölçmek isterse ne yaparız? Böyle bir sınava hazır mıyım? Sorusunu her Müslüman kendine sormalıdır.

Allah (Azze ve Celle) hâkimdir ve en doğrusunu bilendir.

 
    
Emeğinize sağlık .....
 
    
 
 
Üst Alt