Güzel Hikayeler KİMİN HAKKINDA NEYİN HAYIRLI OLACAĞINI KİMSE BİLEMEZ

mehmet alii

THEME MAKER
Nisan Forum
Katılım
24 Nis 2014
Mesajlar
609
Tepkime puanı
554
Puanları
93
BİRAZ UZUN ŞİMDİDEN HAKKINIZI HELAL EDİNİZ
Evvel ki hafta Ramazan Ayının son günleriydi... Telefon çaldı, ''Müslüman - Türk bir hastamız var, kimseyi bulamadık. Ailecek camiye gitmek istiyorlarmış. Bu yüzden ısrarla hemşire göndermemizi rica ettiler. Siz gitmek ister misiniz?“ diyordu bana iş yerinden Alman kadın... Fazla düşünmeden, ''Madem Müslüman aile çok rica etti, olur.“ dedim.
Hem sevaba da girmiş olurum diye düşündüm.?!
Akşama doğru, iftar vakti yaklaşırken, hiç tanımadığım Müslüman ailenin zilini çaldım. Annesi ve 17 yaşındaki hasta oğlu (İsmini Ali koyayım) beni kapıda karşıladılar. Ali tekerlekli sandalyede oturuyor hep... Ailenin diğer fertleriyle de tanıştım, sağlıklı yetişkin çocukları da var. Ailenin memleketini çok merak ediyorsunuz, biliyorum. Hangi memleketten olduklarını tanınmamaları için yazmayacağım, ama Karadeniz - Bölgesi’nden olduklarını söyleyebilirim. Bana, evde işim gereği lazım olan her şeyin yerini gösterdiler.
Ailesiyle birlikte iftar yaptık, sonra hepsi Teravih - Namazını kılmak için camiye gittiler.
Ben Ali’yle birlikte evde kaldım.
(Ali hem zihinsel, hem bedensel engelli, çeşitli hastalıkları var. Almanya’daki kanunlar gereği kimseye bilgi aktaramam, hem aileden izin de almadım. Bu yüzden hastalık detaylarını yazamayacağım.)
Ali 17 yaşında ama, en fazla 10 yaşında görünüyor, uzuvları da çok cılız kalmış. Gözleri iyi göremiyor, nefes alırken zorluk çekiyor, yürüyemiyor. Sadece tekerlekli sandalyesiyle evde dolanabiliyor. engelli öğrencileri almaya gelen servis aracıyla okula bile gidiyor. Öğrenebildiği, anlayabildiği ve yapabildiği şeyler çok kısıtlı ama...; Okula giderken anne-babası Ali’yi merdivenlerden aşağıya taşıyormuş.!
Ali çoğunlukla gülümsüyor, sorulan sorulara sadece bir kelime ile cevap verebiliyor. “Evet, hayır, güzel, çok güzel, anne, baba”... Boğazındaki delikte trakeal - kanül takılı, suni solunum cihazına bağlanıyor oradan... Tekerlekli sandalyede otururken bile, vücudu hastalığı nedeniyle C - harfi şeklinde kalıyor, kemik yapısının formu tamamen bozuk. Kollarını ve bacaklarını kısıtlı olarak kaldırabiliyor veya gerebiliyor. Parmakları spastik, ellerini kısıtlı kullanabiliyor, sadece bardağını ve kalın diş fırçasını tutabiliyor. Yemeğini kendisi yiyemiyor.
“Ali, seninle Almanca mı yoksa Türkçe mi konuşayım?” diye sordum.
“Tukce” dedi. Kelimeleri iyi telaffuz edemiyor. Ama Almanca da anlıyormuş.!
Sürekli “Baba yok, anne var” (Yani babası şu an evde yok) gibi kısa mesajlar vererek, annesinden - babasından - ailesinden bahsediyor bana... “Tukiye dede va” (Türkiye’de dedem var) diyor gülümseyerek. Hayatında sadece ailesi var, başka hiç kimsesi yok. Ailesinden başka merak ettiği, ilgilendiği bir şey de yok.
Ailenin son 20 senesi çok sıkıntılı geçmiş ve üzerine büyük bir dram daha eklenmiş geçen sene... Uzun süredir Türkiye’ye gidememişler. Kendi ailelerinin geçimini sağlayabilecek kadar gelir getiren bir iş yerleri var, evleri de kendilerine ait. Evlerinde çok sade ve eskimiş eşyalar var.
Ali’nin odasına geçtim, ona kısa bir hikaye okudum. Hikayeden hiçbir şey anlamadı. Sohbet ederken kısa cümle kurmam ve tane tane konuşmam gerekiyor hep... Elleriyle yapabildikleri kısıtlı olduğundan, birlikte yapabileceğimiz şeyler de çok kısıtlı... Ali genelde Türk - Müzikleri dinliyor veya Türk - Filmleri izliyor. Ben de ona sevdiği bir parçayı açtım. Müzik çalarken Ali parmaklarıyla dizine vurarak tempo tutuyor ve aynı müzikleri tekrar tekrar dinliyor hep... Okul hemşiresiyle veya ailesiyle gezmeye de çıkıyormuş her gün.!
Ailesi camiye gittiğinde Ali’yi suni solunum cihazına bağladım, gözlerini yumdu ve uykuya daldı hemen... Parmağına pulse - oksimetreyi taktım, verileri dosyasına yazdım. Gece boyu böyle devam ettim.
Ali hiç kimseyi üzmüyor, hep mutluluk saçıyor etrafına... Kimseye eliyle - diliyle - tavırlarıyla zarar vermiyor. Melek gibi uyuyor yatağında.!
Ailesiyle sahur yaptıktan birkaç saat sonra oradan ayrıldım.
Almanya’da tembel gezinen, eğitimini önemsemeyen, etrafına saldıran, insanlara zarar veren her Türk erkeği/genci böyle insanlarla tanışmalı ve sağlığının kıymetini bilmeli diye düşünüyorum.
ALMANYA’DAKI TEMBEL, EĞİTİMSİZ VE ŞIMARIK ERKEKLERİ engelliLERİN YANINA GÖTÜRDÜLER
(Bunların çoğu genç Türk - Kürt - Arap erkekleriydi.)
Bir - iki sene evvel Berlin’de bir grup genç erkek ile böyle bir proje yapılmıştı. İçlerinde birçok Müslüman - Türk erkeğin bulunduğu cahil - şımarık - disiplinsiz - tembel gençleri, zihinsel ve bedensel engellilerin yanına götürdüler. Bu gençler bütün gün hasta ve engellilerle ilgilendikten sonra, hayatlarının - sağlıklarının değerini daha iyi anladıklarını söylemişlerdi televizyonda... Sonraki gidişatları nasıl oldu, bilmiyorum.?!
ENGELLİ YARATILMANIN HİKMETİ
Soru;
engelli - engelli kişinin ve ailesinin imtihanı çok çetin bir imtihan... Allah’ın engelli insanlar yaratmasının hikmeti ne olabilir?
Cevap;
''Bir çocuğun engelli yaratılması ve ergen olmadan ölmesi Allah’ın merhametinin tâ kendisi olmadığını kim söyleyebilir? Ya o çocuk sağlıklı olsaydı, büyüse ve güçlenseydi, gençliği ve güçlülüğü onu şımartsa Allah’a isyan ettirseydi, ebediyyen cehenneme yuvarlansaydı daha mı iyi olurdu?
KİMİN HAKKINDA NEYİN HAYIRLI OLACAĞINI KİMSE BİLEMEZ
engelli olmak mı? Sağlıklı ve sağlam olmak mı?
Bu kısa imtihan dünyasında kim hangi halde bulunuyorsa o haline şükretmelidir. İmtihan zaten böyle kazanılır.
“Biz sizi bir şeyle; Ya korku ile, ya açlıkla, ya mallarınızı ve canlarınızı eksiltmek ve telef etmekle imtihan etmekteyiz. Sabredenleri müjdele!” “Biz, sizi hayır ve şerle imtihan etmekteyiz.” “Hanginizin daha güzel iş yapacağınızı tesbit için Allah, ölümü ve hayatı yaratmıştır.”
Bu ayetlerden anlaşılıyor ki biz ya hayır, ya da şerle, ya zenginlik, ya da fakirlikle, ya sağlık, ya da hastalıkla, ya engellilikle, ya da özürsüz ve engelsizlikle imtihan olunmaktayız.
Fakir, hasta, engelli kardeşlerimiz unutmasınlar ki...;
(...Belanın en büyüğü, imtihanın en ağırı Peygamberlerin ve onların arkasından gidenlerin başına gelmiştir. Ama onlar hallerinden şikâyet etmemişlerdir. Çünkü onlar dünyanın fani ve olayların dizgininin Allah’ın elinde olduğunu biliyorlar, başlarına gelen musibetin altında rahmetin ve cennetin saklı olduğuna yürekten inanıyorlardı.)
Bu dünyadaki engelliler, eğer güçleri yettiği kadarıyla amelleri, sabırları ve şükürleri varsa ahirette ebediyen sefa süreceklerdir. Bunlar bir açıdan özürsüz ve engelsizlerden kârlıdırlar. Çünkü bu dünyada özürsüz ve engelsiz olanların bir çoğu, ahiret açısından engelliler kadar garantide değillerdir.
Hele birde özürsüz ve engelsiz olanların eğer imanları, amelleri, şükürleri ve duaları yoksa, ahirette ebediyen cefa ve ceza çekeceklerdir. Sağlık ve servet öbür dünyada başlarına bela olacaktır. Burada sağlık ve servetleriyle işledikleri günahlar, ahirette ebedî acılar ve hastalıklar olarak onları kıvrandıracaktır.
Şimdi soralım;
Bu birkaç günlük dünyada engelli olduğu halde imanlı ve şükürlü olup ebedî hayatta cennetlik olmak mı, yoksa özürsüz olduğu halde imansız ve şükürsüz olup ebedî hayatta cehennemlik olmak mı daha iyidir?
engelli olmanın işte böyle güzel bir yönü ve avantajı vardır.
Çocukların sakat olarak dünyaya gelmesini zulüm görüp Allah’ı suçlamak, en büyük zulümdür, haksızlıktır. Hayrı da, şerri de yaratan Allah’tır.
Çocukların engelli olmasına dış etkenler de sebep olabilir? Sigara - içki...;
Eğer bu etkenler içinde ana - baba varsa, eğer anne - babanın içtikleri sigara ve aldıkları alkol yüzünden çocuklar engelli olarak dünyaya gelirlerse, onların öyle yaratılmasına sebep olanlar, eğer tevbe etmez ve kendilerini affettirme çabası içine girmezlerse bunun cezasını çok ağır çekeceklerdir. Hem bu dünyada, hem de ahirette.!
Bazen de anne - baba masum oldukları halde çocukları engelli olarak dünyaya gelebilir. Bu durum ana - babanın derecelerini yükseltmek, o aileyi, çocuklarıyla beraber toptan cennete yollamak için Allah’tan gönderilmiş bir vesile olabilir.
Ama engelli çocuklara gelince, bu hal, o çocuklar için ceza değil, onları cennete götüren bir araç ve cennet ehlinden daha üstün derecelere kavuşturan bir miraç ve asansör olarak değerlendirilmelidir.
ENGELLİLER VE BAKIMCILARININ MÜKAFATLARI
Bu dünyada sakat olup sabır gösterenlere ve engellilerin sabırlı bakımcılarına Allah, cennette, dünyada iken sağlam olanlardan daha büyük mükâfat ve mülk verecektir.
Bu sözlerimizden, hiç kimse, İslam’ın sağlıksız hayatı ve fakirliği teşvik ettiğini anlamasın. Bu sözlerimizle biz, sağlıklı ve zengin olup ta imtihanı kazanmanın zorluğuna ve kazananların azlığına dikkat çekmek istiyoruz. Zengin, sağlıklı, genç, güzel, yüksek makamda ve rütbeli olup ta şımarmadan ve hava atmadan yaşayan kaç tane adam gösterebilirsiniz? Alçak gönüllü, Allah yolunda, Allah’ın dinine kendini adamış insan olarak yaşamak kolay mı? Nice insanlar ellerindeki nimetler yüzünden imtihanı kaybetmektedirler.
Mevlana’nın şu sözü, bu dünyada imtihana maruz kalanlara ne güzel derstir;
"Üzülme... Bir yandan korku, bir yandan ümidin varsa iki kanatlı olursun, Tek kanatla uçulmaz zaten. Sopayla kilime vuranın gayesi kilimi dövmek değil, Kilimin tozunu almaktır. Allah sana sıkıntı vermekle tozunu, kirini alır. Niye kederlenirsin? Taş taşlıktan geçmedikçe parmaklara yüzük olamaz. Yüzük olmak dileyen taş, ezilmeyi yontulmayı göze almalıdır."
“Bazı nimetler vardır ki, o nimetlere sahip olmamak en büyük nimettir.” Hazreti Ali (radiyallahu anh)
* * * * * * * *
hazretiPeygamber (sallallahu aleyhi vessellem)'in Engellilere Karşı Örnek Yaklaşımı
Resulullah bir Hadis-i Kudside buyuruyor ki: " Allah (zül celal hazretleri) buyuruyor: "Ben bir kimsenin gözlerini ama ettiğimde ona mukabil kendisine Cennet veririm."
(Ravi: Ramuz el Hadis / 327, 6)
hazreti Peygamberin engellilerle ilgili uygulamalarını ele alırken , konuyu bedensel ve zihinsel engelliler olmak üzere iki kısımda değerlendirmek gerekir. Bedensel engellilerin başında görme engelliler (a’malar) gelmektedir. Çünkü o dönemde hastalık sebebiyle ve bunun yanında savaşların ok ve mızrak gibi delici aletlerle yapılmasından dolayı toplumlarda görme kabiliyetlerini kaybeden insanların hayli fazla olduğu görülmektedir. Kur’an-ı Kerim’de a’ma kelimesi, çoğu yerde manevi körlük anlamında kullanılmıştır. (Ör: A’raf,179; Hacc,46). Abese suresinde, özel olarak a’maların ve genel olarak engellilerin haklarına ve onlara gerekli ilginin gösterilmesi gerektiğine dikkat çekmek için Abdullah bin Ümmi Mektum’un adı verilmeden “a’ma” diye bahsedilmektedir. (Abese, 1-10)
hazreti Peygamberin hadislerinde daha çok görme engellilerle ilgili hükümler yer almaktadır. O, görme engelli olup da sabredenlerin cennetle ödüllendirileceğini bildirmiştir. Bir Hadis-i Kudsi’de Yüce Allah; “Herhangi bir kulumu gözlerinden mahrum bırakmak suretiyle imtihana tabii tuttuğumda, sabrederse, gözlerine karşılık ona cenneti veririm” (Buhari, Merda,7) buyuruyor. İnsanın dış dünyaya açılan penceresi konumundaki gözlerini kaybetmesi, elbette kişi için bir meşakkattir, oldukça zor bir imtihandır. Kaybedilen nimetin kıymeti ölçüsünde onun yokluğuna sabretmenin güçlüğü ve buna bağlı olarak da değeri artmaktadır. Bu sebeple, hadiste de ifade edildiği gibi, iki gözünü kaybettiği halde, şikayet etmeyip sabredebilen kişiye Allah Teala, cennetini vereceğini bildiriyor. Cennete ulaşmak kolay olmadığına göre, gözleri kaybına sabretmek, zoru başarmak demektir.
Rasulullah'ın görme engellilere karşı davranışlarında en güzel örneğini Abdullah bin Ümmi Mektum’a karşı tutumunda görmek mümkündür. Onu Mescid-i Nebevi’de müezzin olarak görevlendirmiştir. Bunun yanında, kendisini kamu görevlerinin en üst kademesinde, kendi yerine vekil,başka bir ifade ile devlet başkanı vekili olarak istihdam etmiştir; Veda Haccında ve Uhud Savaşına gidişi de dahil, çeşitli vesilelerle Medine dışına çıktığında 13 defa Medine’de onu vekil bırakmıştır.
İslam’da engellilerle ilgili çeşitli hükümlerin belirlenmesi, Abdullah Bin Ümmi Mektum vesilesiyle mümkün olmuş; engellilerin vekil bırakılmaları, imamlık yapmaları, savaşa iştirak etmeleri, farz namazlara katılmaları, korunma amacıyla köpek beslemeleri gibi konular açıklık kazanmıştır. hazreti Peygamber, namazlarda Abdullah Bin Ümmi Mektum ve diğer görme engellilerin imamlık yapmalarına izin vermiştir.
Rasulullah (sallallahu aleyhi vessellem) , durumlarına göre engellileri çalışmaktan alıkoymamış, onların ticaret yapmasını kolaylaştırıcı hükümler getirmiştir. Bununla birlikte, engellileri güç yetiremeyecekleri işlerden de muaf tutmuştur. Zaten Kur’an-ı Kerim’de, sorumluluğun kişinin gücü ile orantılı olduğunu, kişilere güçlerinin üstünde sorumluluk yüklenmeyeceğini ifade eden genel hükümlü ayetler (Bakara,286; En’am, 152; A’raf,42) yanında, engellilerin mazeretleri sebebiyle bir kısım yükümlülüklerden muaf tutulacaklarını konu edinen özel hükümlü ayetler (Fetih,17; Nur,61) de mevcuttur. hazreti Peygamberin uygulamaları da bu doğrultuda şekillenmiştir. Örneğin; Ensardan Seleme oğullarının başkanı Amr bin Cemuh, yürürken topallıyordu. Bedir Savaşına katılmak istedi; ancak hazreti Peygamber, onu savaştan muaf tuttu. Daha sonra Uhud Savaşına katılmak istedi; oğulları, Bedir Savaşını örnek göstererek, ona engel olmak istediler. Bunun üzerine Amr, oğullarına; “Siz beni Bedir Seferinde cenneti kazanmaktan
alıkoymuştunuz” diyerek, onları Rasulullaha şikayet etti. Peygamberimiz, ona, mazereti olduğunu, bu sebeple savaşla yükümlü bulunmadığını bildirdi. Ancak Amr’ın ısrarı üzerine izin verdi. Oğulların da babalarını savaşa gidip gitmemekte serbest bırakmalarını söyledi. Savaşa katılan Amr, sonunda, hep arkasında savaşan ve onu korumaya çalışan oğlu ile birlikte şehid düştü. Rahmet Peygamberi, bir hadisin- de, onun cennette sapasağlam ayaklarla yürüdüğünü haber vermiştir. (İbni Hanbel, Müsned, V, 299)
İbni Abbas, Ata b.Ebi Rebah’a; “Sana cennet ehlinden bir kadını göstereyim mi?” dedi. Ata; “Evet, göster” dedi. İbni Abbas; “İşte, şu siyah kadındır ki; bu kadın, hazreti Peygambere geldi ve ‘Sara hastalığım tutuyor ve üstüm başım açılıyor. İyileşmem için Allah’a dua edin’ dedi. Rasulullah; ‘İstersen sabreder, cennetlik olursun; istersen sana afiyet vermesi için Allah’a dua ederim’ dedi. Bunun üzerine kadın; ‘O halde sabredeceğim. Ancak sara tuttuğu zaman üstümün başımın açılmaması için dua buyurunuz’ dedi. Peygamber efendimiz de ona dua etti.” (Buhari, Müslim)
Toplumun her kesimi ile ilgilenen hazreti Peygamber zihinsel engellilerle ilgilenmemesi ve onları ihmal etmesi düşünülemezdi. Nitekim, akıl hastalarının dini yükümlülüklerden muaf tutulduklarını şu sözleri ile dile getirmişlerdir: “Üç kimseden sorumluluk kaldırılmıştır: Buluğ çağına erinceye kadar çocuktan, uyanıncaya kadar uyuyandan ve şifa buluncaya kadar akıl hastasından.” (Buhari, Ebu Davud,Tirmizi) bu hadis, zihinsel engellilerin sorumluluklarının çerçevesinin belirlenmesinde temel teşkil eden başlıca delillerdendir.
hazreti Peygamber, sağlıklı insanların engellilerle ilişkilerini yönlendiren ahlaki düzenlemelerde de bulunmuştur. Nitekim, görme engelli bir kimseye yol göstermeyi, sağıra ve dilsize laf anlatmayı sadaka olarak telakki etmiştir. (İbni Hanbel,V,169)
Sevineceğimiz, huzur duyacağımız şeylerle karşılaşmayı nasıl tabii buluyorsak, zaman zaman bizi üzecek bir olayla, musibetle, hastalıkla, felaketle karşılaşmayı da tabii bulmalıyız. Musibetleri, felaketleri ya da başımıza gelen bir hastalığı tabii karşılamanın en iyi yolu, sabırdan geçer. Şurası da unutulmamalıdır ki; karşılaşılan felaketler, hastalıklar yaptığımız hatalara kefarettir. Sevgili Peygamberimiz; “Yorgunluk, hastalık,tasa, keder, sıkıntı ve gamdan, ayağına batan dikene varıncaya kadar, müslümanın başına gelen her şeyi Allah, onun hatalarını bağışlamaya vesile kılar.” (Buhari, Müslim) sözüyle bu müjdeyi vermektedir.
Ne mutlu, karşılaştığı bütün zorluklara, hastalıklara, musibetlere, felaketlere sabredip, mutlu sona erişenlere...
* * * * * * * *
Engelliye acımak
Sual: (Engelliye acıma, sevgi göster! Acıyan, acınacak hâle düşer) deniyor. Acımayı kötülemek yanlış değil mi?
CEVAP
Elbette yanlıştır. Acımak, merhamet etmek şefkat göstermek demektir. Allahü teâlânın Esma-i hüsnasındaki Rahman, Rahim, Rauf gibi isimlerinin anlamı, merhamet eden, acıyan, şefkat gösteren demektir. Bir âyet meali:
(Allah çok acıyıcı, çok merhamet sahibidir.) [Furkan 70]
Erham-ür-rahimin, demek de, merhametlilerin en merhametlisi, acıyanların en çok acıyanı demektir. Allahü teâlâ Eshab-ı kiramı, (Birbirine acır) diye övüyor. (Feth 29)
Acımanın zıddı, gaddarlık, zulüm, merhametsiz ve katı kalbli olmaktır. Sanki (Acıma!) demek, (Zulmet!) demek gibi bir şey oluyor. (Acıma, vur!) der gibi. Acımak imanın şartıdır. Resulullah'ın "sallallahü aleyhi ve sellem" acıması çoktu. Tasavvuf, herkese acımak demektir. Acıyan kimse, başkalarına dert, felaket gelmesine üzülür, herkesin sıkıntıdan kurtulmasına çalışır. Kâfir mümin herkese, hattâ bütün hayvanlara merhamet etmek gerekir. Peygamber efendimiz, (Merhametli olmayanın, acımayanın imanı olmaz) buyurunca, Eshab-ı kiram, (Ya Resulallah, hepimiz merhametliyiz) dediklerinde, (Bir arkadaşa merhamet kâfi değildir. Bütün mahlûkata merhametli olmak gerekir) buyurdu. (Taberanî)
Peygamber efendimiz, acıyarak, bir âmâyı [görme engelliyi] kırk adım götürenin Cenneti hak edeceğini bildirmiştir. (Beyhekî)
Birkaç hadis-i şerif:
(Allah’a yemin ederim ki, birbirinize acımadıkça Cennete giremezsiniz.) [Hâkim]
(Ancak merhametli olan, acıyan Cennete girer.) [Beyhekî]
(Zelil ve yoksullara acıyana müjdeler olsun!) [Buhârî]
(Sakatlara, hastalara, yaşlılara ve küçüklere acıyın.) [Şir’a]
(Yerdekilere acırsanız, göktekiler [melekler] de size acır.) [Tirmizî]
(Yerdekilere acımayana, göktekiler acımaz.) [Taberani]
(Acımayana acınmaz.) [Müslim]
(Büyüğünü saymayan, küçüğüne acımayan bizden değildir.) [Tirmizi]
(Allahü teâlâ, insanlara acımayana, acımaz.) [Taberanî]
(Ana babanın yüzüne acıyarak bakana, hac ve umre sevabı verilir.) [İ. Rafiî]
(Müminler acımada bir vücut gibidir. Vücudun bir yeri rahatsız olunca, bütün vücut, rahatsız olduğu gibi, Müslümanlar da birbirine acımalıdır!) [Buhari]
(Yoksullara, çaresizlere, güçsüzlere acıyana müjdeler olsun!) [Buhârî]
(Ya Rabbî, bize acımayanları başımıza musallat etme!) [Tirmizî]
(Şaki olan acımasız olur.) [Tirmizi] (Şaki, bahtsız, Cehennemlik demektir.)
Peygamber efendimiz, Cehennemi haram kılan amellerden birinin zayıflara, güçsüzlere, sakatlara acımak olduğunu bildirmiştir. (Deylemi)
Dinimizin bu emirlerini rağmen, (Engelliye acıma!) demek, ne kadar vicdansız, acımasız bir söz olur. Yanlış olan acımak değil, engelliyi aşağılamak, hor görmektir.
 
  
 
Hoşunuza gitmediği halde savaş üzerinize yazıldı (farz kılındı). Olur ki (nefsinize göre) hoşunuza gitmeyen bir şey sizin için hayırdır ve olur ki sevdiğiniz şey de sizin için bir şerdir. Allah bilir, siz bilmezsiniz.
(2-Bakara 216)


Paylaşım için teşekkürler
 
    
Emeğinize sağlık....
 
    
 
 

Similar threads


Üst Alt