Ölüden Mektuplar (3)

ƬuaƝa

EMEKLİ ADMİN
Nisan Forum
Katılım
14 May 2011
Mesajlar
6,069
Tepkime puanı
3,093
Puanları
200
Konum
Ukrayna Kiev


Ölüden Mektuplar (3)






Dostlarım,

Biliyorum ki, sizler

Ölümden çok korkuyor;

O daracık tabutu,

İki metre çaputu,

Zaman zaman düşünüp,

Ürküyorsunuz...

''Acaba'' diyorsunuz,

''Ömür boyu gizlediğim bedeni,

Evire çevire

Kimler soyacak?

Kaldırıp tahtaya kimler koyacak?

Suyu kimler döküp

Kim yıkayacak? ..

''Kirli tırnaklarıma,

Bakıp boşverecek mi?

Ayak kokularımı,

Hoş görecek mi?

Ve beden sırlarımı,

Yüklenecek mi? ..''

Haklısınız dostlarım...

Aranızda yaşarken,

Ben de sizler gibiydim....

Kendime neler sorar,

Düşüncelerimde

Neler kurardım...

Soğuk bir kış gününde,

Öldüğümü varsayar;

Buzlu mezar çukuruna,

Battaniye koyardım...

Ya da, bazı kurtların,

Mezar açtığını duyar;

Kapakların ardına,

Kalas dayardım...

Oysa.. Gördüm ki bunlar,

Gereksiz duygularla,

Boş kaygılarmış...

Ne, beni yıkayanlar,

Sırlarımı verdiler.

Ne mezara koyanlar,

Orada buz gördüler.

Ne de kurtlar gelerek,

Kapıları vurdular...

Sizler, artık bu türlü,

Korkuları bırakın...

Yaşamanıza bakın...

Çünkü henüz dünyada,

Bakıp da görmediğiniz;

Kapısından geçip de

İçeri girmediğiniz;

Ve dahası dostlarım;

Hiç önem vermediğiniz,

Öylesi hazlar var ki...

Ne yazık.. Ben onların,

Çoğuna el sürmemiş;

Fakirlikten ağlarken,

Serveti görmemişim...

Ne ekmeği farketmişim,

Doyarken ömür boyu..

Ne de, içtiğim suyu..

Son nefeste anlamışım,

Nefesin varlığını..

Ve gerçek mutluluğa,

Dünyanın darlığını...

Kısaca.. Gün ortası

Gereksiz fener yakmış;

Gece karanlığında,

Kara gözlük takmışım...

Görmek için değil de,

Bakmak için bakmışım...

Biliyorum, çoğunuz,

Gerçeklerden hoşlanmaz;

Bir tabut görmedikçe

Ölümü anmazsınız...

Kur'ân; ''Oku'' der amma,

Henüz, pek vaktiniz yok..

Eh! Birgün o da olur,

Acele etmeyin çok(!)

Ne o.. Darıldınız mı,

Doğru söyleyen dosta?

Mektubu kesmeliyim,

Çünkü; gidiyor posta...

(1987)










 
  
 
Son düzenleme:
Ölüden Mektuplar (4)




Dostlarım! ..
Bu mektupta niyetim;
Ne siyasete girmek,
Ne kirli bohçaları,
Açıp ortaya sermek,
Ne de haddimden öte,
Size öğütler vermek...

Gelin! . Şimdi beraber,
Bir gezinti yapalım;
Rastgele bir ölünün
Mekânına sapalım;
O şeytan, kime, nasıl,
Neler yapmış.. Bakalım...

İşte! .
Bir zamanların,
Süper soylu zengini;
Asilzâde Semir Bey...
Hey gidi günler hey! ..

Yatlar, katlar, marketler,
İtibarlı şirketler,
Yasal ambalajlarda
Tapulu aşiretler...
Ve sahne gerisinde
Gizlenmiş nice servetler...

Akıllıydı Semir Bey,
Her politik devirde
Borusunu öttürür,
Bürokrat dansözlere,
Göbekler attırırdı...

Entel görünmek için,
Her çâreye başvurur,
Elinde piposuyla,
Tepeden bakar durur;
Formunu hep korurdu..

Hayat felsefesinde
Maddeye mânâ katmaz,
Onun aklı, ölümden
Sonrasına yatmazdı...

Semir'in kafatası
Küçük bir beyin taşır;
O beyin, her bağışık,
Mikropla ortaklaşır;
Bu klinik tabloda
Genel ahlâk krizleri
Giderek sıklaşırdı...

Şeytan, böyle tiplere
Aşırı ilgi duyar,
Ve onları her zaman
Baş rollere koyardı..
Nitekim, öyle yaptı....

Bilgisayar sistemine
Bir senaryo işledi;
Bütün oyuncuların
Adlarını fişledi;
İşe önce, Semir'in
Karısından başladı...

Virgül Hanım;
Saç renginde kararsız,
Beyin tipi yararsız,
Zararsız bir kadındı...

Ne giyimde kuşamda
Ne de renkli yaşamda,
Kimseden geri kalmaz,
Aradığını bulamaz,
Tatmin de olamazdı.

Yaşı, kırkını aşkın,
Vücudu hafif taşkın,
Bu korkuyla aynalara,
Biraz daha düşkündü...

Kocası Semir Bey'den
Zaman zaman sıkılır,
Sosyete pazarında
Konkene takılırdı...
Hele.. Özel odaları,
Dokunsanız yıkılırdı....

İşte şeytan,
Bu ateşi,
Kurnazca körükledi;
Virgül'ü yavaş yavaş,
Peşinden sürükledi...

Bir gece, bir baloda,
Lacivert bir kostümle
Virgül'ün karşısına
Aniden çıkıverdi;
Arayan gözlerine,
Çılgınca bakıverdi...

Dublör diye kullandığı,
O, çapkın serseriyi
Peşine takıverdi...

Virgül, bu ilişkiyi
Kocasından gizledi,
Buluşmalar sıklaşarak
Birbirini izledi...

Yasak aşkın tansiyonu
Yeterince yükselmiş,
Şeytanın beklediği
Baskın ânı gelmişti..
Son buluşma yerini, saatini kolladı
Semir Bey'i otelin lobisine yolladı...

Bir anda burunlara
Barut kokusu çaldı,
Ölen öldü, kalan kaldı...
Ve Semir Bey soluğu
Hapishanede aldı...

Ne var ki, bu hikâye;
Bu kadarla bitmedi;
Çünkü; bunlar şeytanı
Asla tatmin etmedi.

Semir, sistem çarkını,
Yağladıkça yağladı..
Ve böylece bir yılda,
Tahliyeyi sağladı...

Bundan sonra şeytanın
İşleri kolaylaştı;
Semir, dünyada mevcut,
Her çamura bulaştı;
Kumar denizlerinde
Pupa yelken dolaştı;
Pusula, hepten şaştı...

Şeytan, bir gece onu,
Kumara son kuruşunu
Bastırırken kıstırdı;
Ve o gece, Semir Bey'i
Semir Bey'e astırdı...

İşte böyle dostlarım...

Şeytan, sizi her zaman,
Ve de, her yerde kollar;
Sizi, bir tek yol hariç
Bütün yollarda sollar...

(1987)




 
    
Ölüden Mektuplar (5)



Dostlarım,
Bir önceki mektupta,
Size, şeytanı yazmış;
Ve onun albümünden,
İki motif çizmiştim...
İlgi çeker mi? diye,
İçimde kuşku vardı...
Ama.. Gördüm ki, konu,
Sizi fazlaca sardı...
O halde..
Yine ''Şeytan kanalı'' na geçelim;
Ekranda sizler için,
Bir senaryo seçelim...
Bakan, Sâfisefâ Bey
Kalfalık yıllarında,
Bilimlerle, ''film''leri
Yasal dozda karıştırıp;
Parakolik virüslerde,
Kondisyonlar geliştirdi...
Menkûl trafiğinde;
''Artan Yoğunluk'' diye
Bir sistem oluşturdu...
Bununla yetinmeyip;
O keskin zekâsını, daha da çalıştırdı,
''Vergi-Finiş'' tekniğini, sisteme alıştırdı,
Ve bütün kazancını,
Enerjiye dönüştürdü...
Şeytan bu yeteneği
Görmezlikten gelemez;
Bu akıllı kafaya, ilgisiz kalamazdı...
Üç başlı çengelini, Sâfisefâ'ya taktı;
İblisler derneğine murahhas üye yaptı...
İşte...
O günden sonra
Sayın Sâfisefâ Bey;
Otoban yola çıktı,
Vitesi beşe taktı,
Tam gaz, finişe kalktı...
Abra-kadabroloji
Anabilim dalından,
Oküs-Poküs antikorunun
Endikasyonlarından
Pozitif sonuç aldı,
Ve Bakan oldu....
Politik röntgenlere,
İnce teşhisler koydu.
Soydukça doydu,
Doydukça soydu....
.............................................................
Siyâsi arenada
İki dönem dalaştı;
Köşeleri;
İnanılmaz bir sür'atle dolaştı,
Işık hızına ulaştı...
Ne var ki, Sâfisefâ,
Bir gece yarısında;
Dönüş-yok turizmden,
Gidiş bileti aldı,
Kalkış saati çaldı,
Bakan koltuğu dahil,
Herşey dünyada kaldı...
Buradaki duruşması,
Görülmeye değerdi...
Temize çıkmak için, herkesi karaladı,
Her türlü varyeteyi, peşpeşe sıraladı.
Edebiyat pistinde, nutuklar yarıştırdı,
Dünyadaki siyâsi, şovlarla karıştırdı...
Kısacası dostlarım,
Mangalda lâf kavurdu,
Esti, esti, savurdu...
Ama gelin görün ki;
Buradaki mahkeme
Hiç ciddiye almadı,
O muhteşem (!) savunmayı,
Kayda değer bulmadı...
Bu mektubu okuyan,
Yarasız dostlarımız
Hiç endişelenmesin..
Yarası olanlar da;
Fazla eşelenmesin..
Haydi.. Yine o renkli,
Hayatınıza dalın;
Şimdilik hoşçakalın...
(1987)
 
    
Ölüden Mektuplar (6)


Dostlarım,
Sağlığımda dilime
Gelen doğru sözleri;
Ağzımda biraz tutar,
Dokuz boğum gırtlaktan
Tekrar geri yutardım...
Sanki dokuz düğüme
Dokuz da, ben katardım...


Kovulmak korkusuyla,
Gece tedirgin yatar;
Dokuz köyün muhtarına,
Alkışlarla dem tutar;
Nabza göre, türlü türlü,
Şerbet yapar, satardım...


Ama, gelin görün ki,
Artık beni üzmüyor:
Ne sicille oynayan,
Müessese âmiri;
Ne de, her gün kırılan
Onurların tâmiri...


Ne patronun çatık kaşı,
Ne aybaşı, ne yılbaşı,
Ne emekli maaşı...
Ne terfi, ne kartvizit,
Ne de koltuk savaşı...
Şimdi benim herşeyim;
Bir garip mezartaşı...


Ama belki, onu da,
Bir gün biri kıracak;
Bir temel atmak için,
İki kazma vuracak;
Üzerime beş katlı
Bir apartman kuracak...


Varsın olsun dostlarım...
Burada biz ölüler,
Bunlara hiç aldırmaz;
Rahat yatağımızdan,
Başımızı kaldırmaz;
Ve hele, sizler gibi,
Taş sopa, saldırmayız...


Ne var ki, ölüleri;
Ben de yanlış tanırdım...
Sağlığımda, ne zaman
Süslü bir mezar görsem,
Sahibini kıskanır,
Onu mutlu sanırdım...


Oysa... Geldim gördüm ki;
Dünyadaki hesaplar,
Buraya pek uymuyor...


Buradaki görevliler,
Süslü püslü şeylere
Asla ilgi duymuyor;


Gümrük işlemlerinde,
Kefen hariç, hiçbir şeyi,
Şahsi eşya saymıyor...

Dostlarım,
Hani, bizim mahallede,
Bir Topal Tahsin vardı.
Kısmeti biraz dardı...


Karda kışta kendine,
Kuytu saçaklar bulur
Altlarında yatardı...


Bizler, her sabah onu,
Görür, ama görmezdik.
Ona, ''Gariban'' diye,
Selâm bile vermezdik...
Cenâzesi, bir sabah
Sessizce defnedilmiş,
Birkaç kürek toprakla,
İşi bitirilmişti...

Geçenlerde burada,
Bir gördüm ki Tahsin'i;
Yetmiş Hûri kuşatmış
Tahtının çevresini...
Şaşırdım birdenbire...
Dedim: ''Tahsin, ne iştir;
Saçaktan sultanlığa,
Bu nasıl yükseliştir? ...''


Tahsin, şöyle bir baktı,
Yüzüme derin derin.
Dedi: ''Dünyada körmüş,
Senin gönül gözlerin.
Sanma ki, ben aslında,
Topal bir garibandım...
Ben, yalnız burda değil,
Dünyada da sultandım...''

Duydunuz ya dostlarım...
Demek ki, biz herşeyi,
Öylesine görmüşüz...
Birer ''Bakarkör'' müşüz...


İsterseniz bunlardan,
Payınız varsa alın...


Şimdilik hoşçakalın...

(1987)

 
    
Ölüden Yeni Mektup



Sizlere çoktan beri, mektup göndermemiştim,
''Sivrisinek saz gelir, anlayana'' demiştim.
Yıllarca bu ümitle, beklemiştim sürekli;
Anladım ki; sizlere, davul-zurna gerekli...

Ne yazık ki; bizleri, yanlış tanıyorsunuz;
Bir mezara atılmış, ceset sanıyorsunuz.
Oysa bizler.. kaç bin yıl, geçse bile aradan;
Her saniye, dünyayı izliyoruz buradan...

Akın akın geliyor, her gün yeni ölüler;
Nice koyun sürüsü, nice çoban sülüler.
Nice saddam, nice buş, nice zorba züppeler,
Adâleti katleden, nice kanlı cüppeler...

Nice medya maymunu, nice ünlü hocalar,
Eşini pazarlayan, o sosyetik kocalar.
Nice holding cambazı, nice soysuz soylular,
Nice kurşun askerler, nice selvi boylular...

Krallar, diktatörler, dalkavuklar, cellatlar,
Ruhsatlı eşkiyalar, siyasi piskopatlar,
Paraya secde etmiş, o tefeci zalimler,
Zalime fetvâ vermiş, iki yüzlü âlimler...

Hepsi feryat içinde, îtiraf ediyorlar;
''Biz, ölümü bir yokluk sanıyorduk'' diyorlar.
İnfâzın korkusuyla, titreşen o bedenler,
Dünyaya dönmek için, rüşvet teklif edenler...

Gelenleri, röntgene sokuyoruz antrede;
Çoğunun beyinleri, sıfır kilometrede.
Akıl ambalajını, daha açmayanlar var;
Onların, buradaki statüsü hayvanlar...

Görseniz, o medyatik prof.ların hâlini;
Almışlar, milyonlarca insanın vebâlini.
Kimi tutmuş, hukukta dengelerle oynamış,
Siyâset kazanında, fokur fokur kaynamış...

Kimi ilâhiyatçı, saldırgan ve kibirli,
Buradaki röntgende, şuuraltı çok kirli.
Dünyada alkış için, takla atmış durmadan,
Bir tek günü geçmemiş, müslümana vurmadan..

Kimi kitaplar yazmış, suları bulandırmış,
''Kanmayın'' diye diye, milyonları kandırmış,
Kur'ân'ı âlet etmiş, her türlü fitnesine,
Tapınmış mâsivanın, makam ve rütbesine...

Dostlarım! Bilmek için arkanızdan vuranı,
Ona buna bakmayın, okuyun şu Kur'ân'ı.
Bu şarlatanlar kadar, aklınız yok mu sizin?
Kimsenin malı değil, o Kur'ân hepinizin...

Şeytâni davetlere, kalbinizi açmayın,
İnsanı insan yapan, değerlerden kaçmayın,
Birazcık ibret alın, tarihte nice puttan;
Stalinden, Hitlerden, Firavundan, Nemruttan...

Mirasları.. Oburca, yediniz, bitirdiniz,
O güzelim dünyayı, ne hâle getirdiniz.
Hayvansal içgüdünüz, size meydan okuyor,
Beyinler vıcık vıcık, her yer şehvet kokuyor...

Neden kullanmazsınız, akıl denen cevheri,
Kur'ân bunu söylüyor, bin dört yüz yıldan beri.
Şu dünya medyasının, pompasıyla dolmayın,
İslâma karşı sakın, önyargılı olmayın...

Birkaç yobaz görüp de, küsmeyin dîninize,
Bütün bu fotoğraflar, birer tuzaktır size.
''Çağdaş'' yobazları da, dostlarınız sanmayın,
Dîne ''irticâ'' diyen, fitnelere kanmayın...

Fazla uzatmayalım, bozulmasın tadımız,
Hiç kimseye hakâret, değildir maksadımız.
Şunu unutmayın ki; ölümün şakası yok,
Burada hiç kimsenin, kimseye bakası yok...

(2008)

 
    
Azrail başına geldiği zaman

Azrail başına geldiği zaman

Azrail, başına geldiği zaman
kırılır ayakla kol, yavaş yavaş.
Mevlam nasip etsin din ile iman
akar gözlerinden sel, yavaş yavaş.



Yüksek uçan gönül, yorulur bir gün
ölçü terazisi, kurulur bir gün.
Herkesin yaptığı, sorulur bir gün,
döner mi, yâ Rabbi, dil yavaş yavaş.



Hep nefsine uydun, tevbe etmedin
her bulduğun yedin, şükür etmedin.
Nihayet, bu kara toprağa geldin
çekilir dünyadan el, yavaş yavaş.



Kabrin üzerine dikerler taşı
bir avuç toprağa koyarsın başı.
Baba, oğlun görmez, kardaş kardaşı

gider, geri dönmez yol, yavaş yavaş.



Kâfurlu, ılık suyu koyarlar
o nazlı bedeni, tekmil soyarlar.
Öldüğünü konu komşu duyarlar
gelir geri ahbaplar, yavaş yavaş.

 
    
Bak da ibret al



Bak da ibret al

Zâhidâ! Aç gözün, sahraya bak da, ibret al!
Şu direksiz kubbe-i semâya bak da, ibret al!



Görmek istersen, Cenâb-ı kibriyanın kudretin,
her sabah, seher vakti, dünyaya bak da ibret al!



Padişah olsan da, derler “er kişi niyetine”,
Var, musallada yatan mevtâya bak da, ibret al!



Bir kefendir âkıbet, sermâye-i beğ ve fakir,
varlığa mağrur olan, mecnun değil de, yâ nedir?


 
    
Biz Allah’ı severiz



Biz Allah’ı severiz

Yeri göğü yaratan, ağaçları donatan,

Çiçekleri açtıran, bir Allah’tır, bir Allah!

Allah her yerde hazır, ne yaparsan o görür.

Ne söylersen işitir. Vardır, birdir, büyüktür.



Biz Allah’ı severiz. Her emrini dinleriz.

Beş vakit namaz kılar, Ona isyan etmeyiz.

Bizlere akıl verdi. Doğru yolu gösterdi.

Dini İslam'a uymayan, ateşte yanar dedi.



Kur’ana iman eden, Peygamberi izleyen,

Dünyada mesut olur, Cehennemden kurtulur.

Mümin iyi huyludur. Herkes ondan memnundur.

Kimseye zulüm eylemez. Kendi de huzurludur.



Ya Rab! Af eyle beni. Ve anamı babamı.

Kafirlerin şerrinden koru Müslümanları!



[Osmanlı devleti zamanında bu şiir, bütün ilk mekteplerde okutulurdu.]




 
    
Güncellendi..
 
    
 
 

Similar threads


Üst Alt